1 / 85

I.BÖLÜM

I.BÖLÜM 1- İKLİM NEDİR ? ÜLKEMİZDE İKLİM ÇEŞİTLERİ NELERDİR ? HAVA DURURMU NEDİR ? İKLİM ELEMANLARI NELERDİR ?. İklim Nedir ? Geniş bir bölge içinde ve uzun yıllar boyunca değişmeyen ortalama Hava koşullarına iklim denir.

dafydd
Télécharger la présentation

I.BÖLÜM

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. I.BÖLÜM 1- İKLİM NEDİR ? ÜLKEMİZDE İKLİM ÇEŞİTLERİ NELERDİR ? HAVA DURURMU NEDİR ? İKLİM ELEMANLARI NELERDİR ? İklim Nedir ?Geniş bir bölge içinde ve uzun yıllar boyunca değişmeyen ortalama Hava koşullarına iklim denir. İklim coğrafi ortamın oluşması ve şekillenmesi ile insanların yaşantı ve etkinlikleri üzerinde önemli rol oynar. Örneğin bir yerdeki doğal Bitki örtüsü, akarsuların özellikleri insanların yaşam tarzları konut tipleri ekonomik etkinliklerinin türü iklimin kontrolü altındadır. İklimi oluşturan çeşitli öğeler vardır. Bunlar sıcaklık, basınç, rüzgarlar, nemlilik ve yağıştır. İklim elemanları adı verilen ve birbirlerini etkileyen bu öğeler arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. İklim olayları Atmosfer içinde gerçekleştiği için öncelikle Atmosfer ve özelliklerinin incelenmesi gerekir. Atmosfer:Dünya'yı çepeçevre saran Gaz örtüsüne atmosfer denir. Atmosferin alt sınırı kara ve deniz yüzeyleriyle çakışır. Üst sınırını ise yerçekiminin etkisi belirler. Ekvator'dan kutuplara doğru yerçekimi arttığı için atmosferin şekli Dünya'nın şekli gibi küreseldir. Atmosfer'in Katları:Atmosfer kendini oluşturan Gazların karışımı ve gidişindeki farklılıklar nedeniyle çeşitli katlara ayrılmıştır. Bu katlar yeryüzünden yukarılara doğru troposfer, stratosfer, şemosfer, iyonosfer ve ekzosfer şeklinde sıralanır.

  2. Troposfer:Atmosferin, yeryüzüne temas eden alt bölümüdür. Tüm gazların % 75'inin bulunduğu bu katmanda yoğunluk en fazladır. Troposfer yerden havaya yansıyan ışınlarla alttan yukarıya doğru ısınır. Bu nedenle alt kısımları daha sıcaktır. Yerden yükseldikçe Sıcaklık her 100 m'de yaklaşık 0,5°C azalır. Su buharının tamamı troposferde bulunduğu için tüm meteorolojik olaylar burada oluşur.Güçlü yatay ve dikey hava hareketleri görülür. Yerden yüksekliği 6 – 16 km arasında değişir. Stratosfer:Troposferin üstündeki katmandır.Yatay hava hareketleri görülür.Su buharı hemen hemen hiç bulunmadığı için dikey hava hareketleri oluşamaz. Bu nedenle sıcaklık dağılışı oldukça düzgündür.Sıcaklık her yerde yaklaşık -50°C'dir.Üst sınırı yerden 25 – 30 km yüksekliktedir. Şemosfer:Stratosfer ile İyonosfer arasındaki katmandır.Stratosfer ile Şemosfer arasındaki 19-45 km'ler arasında Oksijen Azot haline gelerek ultraviyole ışınlarını tutar.Üst sınırı yerden 80 – 90 km yüksekliktedir.

  3. İyonosfer:Mor ötesi (ultraviyole) ışınlarının, molekülleri parçalayarak iyonlar haline getirdiği katmandır.Yerçekimi azaldığı için iklim üzerinde belirgin bir etkisi yoktur.Radyo dalgalarını yansıtırÜst sınırı yerden 250 – 300 km yüksekliktedir. Eksosfer (Jeokronyum):En üst tabakadır.Yerçekimi çok azaldığından Gazlar çok seyrektir.Hidrojen ve helyum gibi hafif gazlar bulunur.Atmosfer ile uzay arasında geçiş alanıdır.Kesin sınırı bilinmemekle birlikte üst sınırının yerden yaklaşık 10.000 km yükseklikte olduğu kabul edilmiştir.

  4. Türkiye'de İklim Çeşitleri Türkiye’de genel olarak üç ana iklim tipi görülür.Bunlar; Karadeniz İklimi, Akdeniz İklimi ve Karasal iklimdir. a)Karadeniz İklimi:Bu iklim asıl olarak Kuzey Anadolu Dağlarının Karadeniz’e bakan yamaçlarında görülür. Genel özellikleri şunlardır: Her mevsim yağışlıdır.Doğu Karadeniz Bölümünde maksimum yağış sonbaharda, minimum yağış ilkbaharda düşer. Yıllık yağış miktarı 2000-2500 mm’dir.Batı Karadeniz Bölümünde maksimum yağış sonbaharda, minimum yağış ilkbaharda düşer. Yıllık yağış miktarı 1000-1500 mm’dir.Orta Karadeniz Bölümünde ise maksimum yağış kışın, minimum yağış yazın düşer. Yıllık yağış miktarı 700-1000 mm’dir.Karadeniz ikliminin görüldüğü alanlarda kar yağışlı günlerin ortalaması 18 gündür. Yıllık ortalama sıcaklık 13-15°C’dir.Ocak ayı ortalama sıcaklığı 6-7°C’dir.Temmuz ayı ortalama sıcaklığı 21-23°C’dir.Yıllık sıcaklık farkı 13-15°C’dir.Doğal bitki örtüsü ormandır.Yüksek alanlarda Alpin çayırlar görülür.

  5. b)Akdeniz İklimi:Bu iklim tipi ülkemizde en belirgin olarak Akdeniz kıyılarında görülmekle birlikte, Ege ve Marmara Bölgelerinde de etkili olmaktadır. Genel özellikleri şunlardır: Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlıdır.Maksimum yağış kışın, minimum yağış yazın düşer.Yaz ve kış yağışları arasındaki fark oldukça fazladır.Yıllık yağış ortalaması, 600-1000 mm arasındadır.Yıllık sıcaklık ortalaması 18-20°C’dir.Ocak ayı ortalaması 8-10°C’dir.Temmuz ayı ortalaması 28-30°C’dir.Yıllık sıcaklık farkı 15-18°C’dir. Ege Bölgesinde dağların kıyıya dik uzanması, Akdeniz İkliminin iç kesimlere ulaşmasına olanak sağlamıştır. Marmara Bölgesinde görülen Akdeniz İkliminde, yazlar Akdeniz kıyılarına göre daha serin, kışlar ise daha soğuk ve karlıdır. Akdeniz İkliminin karakteristik bitki örtüsü zeytin, defne, mersin, kekik gibi bitkilerden oluşan makilerdir.

  6. c)Karasal İklim:Ülkemizde Karasal İklim, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile İç Batı Anadolu Bölümünde görülür.Genel özellikleri şunlardır: Yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlıdır.İç Anadolu Bölgesinde maksimum yağış ilkbaharda, minimum yağış yazın düşer.İç Anadolu da ortalama yağış 300-400 mm’dir.İç Anadolu’nun kış sıcaklık ortalaması, 1-2°C, yaz sıcaklık ortalaması, 22-23°C, yıllık sıcaklık ortalaması ise, 10-12°C’dir. Ege Bölgesinin İç batı Anadolu Bölümünde de yağışlar kıyı kesimine göre azdır.Doğu Anadolu Bölgesinin kuzeydoğu kesiminde yıllık sıcaklık ortalaması, 4-6°C’dir.Kuzeydoğu Anadolu’da kış sıcaklık ortalaması, -7, -10°C, yaz sıcaklık ortalaması, 17-19°C’dir. Yıllık yağış miktarı, 500-600 mm’dir.Güneydoğu Anadolu’da ise ortalama yağış, 400-700 mm’dir. Güneydoğu Anadolu Bölgesinde kış mevsimi pek donlu geçmemekle beraber, yaz mevsiminde şiddetli kuru sıcaklar egemendir. Güneydoğu Anadolu’da yıllık ortalama sıcaklık, 15-16°C, kış sıcaklığı, 3-4°C, yaz sıcaklığı ise, 30-35°C’dir.

  7. Hava Durumu Dar bir sahada, kısa süre içinde görülen meteorolojik olaylara denir. Hava durumunu inceleyen bilime meteoroloji denir. İklim Elemanları Bir yerin iklimini oluşturan sıcaklık, basınç, rüzgar, nem ve yağış gibi atmosfer olaylarının aletlerle ölçülmesi yada aletsiz olarak gözlenmesi sonucunda tutulan kayıtlara denir. Dünyada aynı anda yapılan gözlemler Sinoptik gözlemlerdir. Türkiye saati ile 7-14-21 saatlerinde yapılır. Bu saatte ölçülen değerlerden ortalama değerler elde edilir. En düşük değerler minimum,en yüksek değerler maksimum değerlerdir. Bunlara uç değerler yada ekstrem değerler denir.Rasat (Gözlem) için kullanılan aletler;Termometre: Sıcaklık ,Higrometre: NemBarometre: Basınç ,Anemometre: RüzgarEvaporimetre: Buharlaşma..

  8. 2- KÜRESEL ISINMA Küresel ısınma Dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artış için kullanılan bir terimdir. Bu olay son 50 yıldır iyice saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır. Su buharı, diğer sera gazlarından farklı olarak güneşten gelen radyasyonun şiddetine ve gezegenin ortalama ısısına göre sabit olan bağlı bir değişkendir. Dolayısıyla küresel ısınma konusunda pasif etkiye sahiptir. Ancak diğer sera gazları, yer yer bağımsız değişken olarak küresel ısınma üzerinde aktif bir etki yaratabilirler. Örneğin karbondioksit, yoğun volkanik etkinlik sonucu yada insanlar tarafından fosil yakıtların yakılmasıyla yoğun olarak atmosfere salınabilir. Bu durum, gezegenin ortalama ısısından bağımsız olarak ortaya çıkabilen ve ortalama ısının artması sonucunu doğuran bir etken olarak işlev görür.

  9. Bugün için bilim çevrelerinde küresel ısınmadan başrol atmosferdeki karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır. Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit,yeşil bitkilerin fotosentez olayında, karbondioksitin litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle, atmosferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların kapasitesinin üzerinde karbondioksit salınımı, gezegen üzerinde sera etkisi yaratmaktadır.  Su buharı dışındaki sera gazları dolayısıyla gezegen yüzeyindeki ortalama ısının artması, buharlaşmanın artmasına yol açacaktır. Bu ise atmosferde daha fazla su buharı, yani bulut oluşmasına yol açar. Bulutlar, güneşten gelen radyasyonun bir bölümünü dış uzaya yansıtırken bir bölümünü soğurarak ısınırlar, bir bölümünü de yeryüzüne geçirirler. Litosfer ve hidrosfere ulaşan bu radyasyonun da bir bölümü soğurularak ısınmaya yol açarken bir bölümü dış uzaya yansır. Dış uzaya yansıyan radyasyon yeniden bulut kütlesi ile karşılaştığında, aynı olaylar yaşanır, yansıtılır, soğurulur, dış uzaya kaçar.  Bu mekanizma, su buharı dışındaki sera gazlarının atmosferde artması sonucu bulutların sera etkisini artırmakta, küresel ısınmaya yeni bir katkıya yol açmaktadır.İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor.

  10. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi.Bilim adamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.5 ila 0.8 derece kadar artığını gösteriyor. Bilim adamları son 50 yıldaki sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkileri olduğu görüşünde.Üstelik artık geri dönüşü olmayan bir noktaya yaklaşılıyor.Hiçbir önlem alınmazsa bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın ortalama 2 derece artacağı tahmin ediliyor. 2007’nin de dünya genelinde kayıtların tutulmaya başlandığı son 150 yıllık dönem içinde en sıcak yıl olabileceği öngörüsü var. Peki bu sıcaklık artışı yani küresel ısınma nelere yol açıyor, hayatımızı nasıl etkiliyor? Dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissediliyor.Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor.Örneğin 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarıküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı. Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor. Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor. İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor yada tamamen yok oluyor.Küresel ısınma insan sağlını da doğrudan etkiliyor.. Bilim adamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde.

  11. Küresel Isınmanın Etkileri Nelerdir ? Küresel ısınma en büyük etkisini 21. yüzyılda gösterecek.Dünyanın her yerinde küresel ısınmanın etkileri üzerine görüşmeler yapılıyor.Yıkıcı etkilerinin nasıl yavaşlatılabileceği konusunda araştırmalar yapılıyor. Küresel ısınmayla birlikte deniz seviyeleri yükselecek.10 yıl kadar sonra geri dönüş mümkün olmayabilir. Sera etkisiyle de gezegenimiz günden güne yok oluyor.

  12. Gezegenimizin çevresini saran bir kalkan var. Bu kalkan Nitrojen ve Oksijenden oluşuyor.Bu kalkan CO2 ( Karbondioksit) ve CH4 ( metan gazı) sebebiyle zarar görüyor. Leeds Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Chris Thomas tarafından Nature dergisinde yayınlanan bir yazıda “küresel ısınma 2050’ye kadar bitki ve hayvan türlerinin dörtte birini yada 1 milyondan fazlasını yok edecek” denmektedir. Otomobiller ve fabrikaların gaz yayılımında en büyük etkenler olduğunu vurgulayan Thomas, yayılan gazların, 21. yüzyılın son yıllarına doğru ortalama sıcaklıkları tarihte görülmemiş düzeylere yükselteceğini belirtmekte. Ve eğer bir çözüm üretilmezse, türlerin kitlesel tükenişlerinin tarihte görülmemiş boyutlara ulaşabileceğine dikkat çekmekte. Yerkürede 1992 verilerine göre 12,5 milyon tür yaşamaktadır. Bu türlerin insan marifetiyle yok olma hızları doğal yok olma hızlarının 100 ila 1000 katı olarak tahmin edilmektedir, bu eğilim devam ederse 50 ilâ 100 yıl içerisinde mevcut türlerin %10- 50’sinin yok olacağı hesaplanmaktadır. Bugün doğadaki kuş türlerinin yaklaşık %15’i (ki bu 1000 türe karşılık geliyor) tükenme tehdidi ile karşı karşıya bulunmaktadır. Doğadaki besin zincirinin bir kez kırılması inanılmaz sonuçlara yol açacağından canlı türlerinin bazılarının ortadan kalkması, diğer canlı türlerini de doğrudan etkileyecektir. Dünya besin üretimi giderek sınırlı sayıda bitki türü ve çeşidine bağımlı hale gelmektedir. Balık stoklarının %47’si tamamen tüketilmiştir; %18’i aşırı tüketildiği için yok olmaktadır, %10’u ise aşırı tüketildiği için verimliliğini yitirmiştir.

  13. Okyanuslarda birikmiş olan karbon miktarları yüzünden okyanusların asitliği artmıştır. Bu, balıkların yaşamını doğrudan etkileyecek bir durumdur. Hepsi birer karbon emme makinesi olan mercanların yavaş yavaş ortadan kalktığı görülüyor. Böyle bir durum doğadaki karbon zincirinin kırılmasına ve buna bağlı olarak karbondioksit emisyon miktarlarının inanılmaz boyutlarda artmasına sebep olabilir. Yapılan araştırmalara göre, dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyıl boyunca 0,6 ºC kadar artmış, son kırk yıldır atmosferin 8 kilometrelik alt kısmında sıcaklıklar yükselmiş, kar örtüsü ve buzlanma ise %10 civarında azalmıştır. Bilim adamlarının yaptığı araştırmalara göre, 11 bin 700 yıl önce Afrika’yı etkisi altına alan hava dalgasıyla oluşan Kilimanjaro buzulu erimeye başladı. Science dergisinde yayımlanan araştırmada, “uydu verilerine bakılırsa, 2020 yılında Kilimanjaro’nun beyaz şapkası yok olacak” deniliyor. Yok olacağından söz edilen Kilimanjaro’nun tepesinde bulunan buz tabakası, şu anda bile susuzluk çeken Tanzanya’nın nehirlerini besleyen ana kaynak. 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse yarısının su kıtlığıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir.

  14. Küresel Isınmanın Nedenleri Nelerdir ?  Isınmanın nedeni %90 insan.Birleşmiş Milletler iklim konferansı bugün, iklim değişikliği konusundaki dördüncü değerlendirme raporunu açıkladı.Raporda, dünya ısısının 2100 yılına dek 1,8 ile 4 derece arasında yükseleceği kaydedildi.Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın başkanı Achim Steiner'in, uzun zamandır beklenen raporunda, küresel ısınmanın, yüzde doksandan da yüksek bir olasılıkla, insan faaliyetleri yüzünden meydana geldiği sonucuna varıldı.Steiner, bu bulguların, artık, son 50 yılda artan sıcaklıklara neyin yol açtığı konusundaki tartışmalara bir nokta koyması gerektiğini söyledi. 2001 yılında hazırlanan son BM raporunda insan sorumluluğu yüzde 70'ler civarında saptanmıştı.. Küresel Isınmaya Karşı Neler yapabiliriz? Pek çok ülke, çevreye son derece zararlı olmasına karşın, özellikle kömür gibi fosil yakıtları kullanmaktadır.Kyoto protokolü sera gazı emisyonlarını azaltmaları için OECD ülkelerine çağrıda bulunmaktadır.  Kyoto'da 2008-12 yılları arasında toplam sera gazı emisyonlarının 1990 yılı seviyesinin %5.4 altına çekilmesi hedeflenmiştir. ürünleri seçin.WF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını WF, dünya çapında yürüttüğü Powerswitch! kampanyasıyla, hükümetler ve iş dünyasını yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı konusunda sorumluluk almaya davet ediyor. Kampanya kapsamında, kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtlar ve nükleer enerji yerine su, jeotermal, biyokütle ve güneş enerjisinin kullanılması teşvik ediliyor.

  15. Ulusal enerji stratejileri en az 30 yıllık bir süreyi öngörür şekilde hazırlanmalıdır. Diğer enerji kaynaklarının geliştirilmesine ve güvenli kullanımına yönelik politikalar belirlenilmelidir. Ulusal enerji politikasının oluşumuna sivil toplum kuruluşlarının ve yerel halkın katılması sağlanmalıdır.Çevresel Etki Değerlendirmesi yapılmak koşuluyla, yerel ölçekte rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından yararlanılmalıdır. Tarım, amonyak ve metan gibi değişik emisyonların atmosfere karışmasına neden olmaktadır. Avrupa amonyak emisyonunun %90'ı çiftlik hayvanları ve kimyasal gübrelerden kaynaklanmaktadır. Kimyasal gübre kullanımı, bir sera gazı olan azotdioksit emisyonunu da artırır. Azot ve fosfor içeren gübrelerin kullanımı azaltılmalıdır. 

  16. Biz neler yapabiliriz? * Enerji dostu ampuller kullanılmalı. * Televizyonlar bekleme konumunda bırakılmamalı. * Doğru ışıklandırma kullanılmalı.Klima yerine vantilatör kullanılmalı. * Evler ısı kaybına karşı yalıtılmalı. * Eşyalar, radyatörleri kapatmayacak şekilde yerleştirilmeli. * Su kaynaklarının kıtlığı da bir başka önemli sorun. Ancak, alınabilecek önlemler de yok değil. * Diş fırçalama, bulaşık yıkama, traş esnasında musluk açık bırakılmamalı.Daha az su tüketen yeni teknoloji klozetler kullanılmalı. * Klozetlere asılan temizleme maddeleri kullanılmamalı. * Çamaşır suyu tüketimi en aza indirilmeli. * Akan tesisatlar onarılmalı.Hortumla sulama ve yıkama yapılmamalı. * Suyu, kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanılmalı. * Çevre örgütleri, tüketicileri ulaşım sektörü konusunda da uyarıyor.

  17. * Bu sektör, yenilenemeyen enerji kaynaklarının baş tüketicisi ve sektörde kullanılan gazların emisyonları, hava kirliliğine, iklim değişikliklerine neden oluyor. * Toplu taşıma araçları tercih edilmeli.Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine, yürümeli. * Kurşunsuz benzin tüketen araçlar tercih edilmeli. * Aracın taşıma kapasitesi aşılmamalı. * Uzun duraklamalarda aracın kontağı kapatılmalı. * Çevre örgütleri, tüketicilere geri dönüşümü bir yaşam tarzı olarak benimsemelerini, alışveriş sırasında aşırı tüketimden kaçmalarını öğütlüyor. * Tüketicilerin özenli davranması gereken en önemli konuların başındaysa ambalaj tüketimi geliyor. Zira plastik ambalajların doğada kaybolma süresi bin yılı buluyor. * Tüketiciler, uzun ömürlü ürünlere yönelmeli. * Geri dönüştürülemeyen ambalajlarda satılan ürünler alınmamalı. * Başta PVC olmak üzere, plastik ambalajlardan kaçınmalı. * Şişe ve kavanoz gibi cam ürünler tercih edilmeli. * Plastik poşet ve yiyecek kapları gibi ürünler yeniden kullanılmalı.

  18. * Alışverişlerde plastik poşet kullanılmamalı. * Cam malzemeler, organik çöplerle birlikte atılmamalı. * Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası haline gelen bilgisayarların yarattığı kirlilik de azımsanacak gibi değil. * Elektrik tüketimi daha düşük modeller alınmalı. * Yazıcıdan kağıt çıktısı alınması asgariye indirilmeli. * Bilgisayarlar bekleme konumunda bırakılmamalı. * Kullanılmayan bilgisayarlar atılmamalı..

  19. AFET NEDİR ? İNSANLAR İÇİN; FİZİKSEL, EKONOMİK VE SOSYAL KAYIPLAR DOĞURAN, NORMAL YAŞAMI VE İNSAN FAALİYETLERİNİ DURDURARAK VEYA KESİNTİYE UĞRATARAK TOPLULUKLARI ETKİLEYEN DOĞAL VE TEKNOLOJİK VEYA İNSAN KÖKENLİ OLAYLARA GENEL BİR TERİM OLARAK AFET DENİLMEKTEDİR.

  20. AFET TÜRLERİ 1- DOĞAL AFETLER a) YAVAŞ GELİŞEN DOĞAL AFETLER - ŞİDDETLİ SOĞUKLAR, KURAKLIK, KITLIK b) ANİ GELİŞEN DOĞAL AFETLER - DEPREM - SELLER, SU TAŞKINLARI - TOPRAK KAYMALARI, KAYA DÜŞMESİ - ÇIĞ - FIRTINALAR, HORTUMLAR - VOLKANLAR - YANGINLAR 2- İNSAN KAYNAKLI AFETLER - NÜKLEER, BİYOLOJİK, KİMYASAL KAZALAR - TAŞIMACILIK KAZALARI - ENDÜSTRİYEL KAZALAR - AŞIRI KALABALIKTAN MEYDANA GELEN KAZALAR - GÖÇMENLER VE YERLERİNDEN EDİLENLER

  21. 5- DOĞAL AFET NEDİR? Yerleşim, Üretim, Alt yapı, Ulaşım ve Haberleşme gibi hayatın zorunlu işleyişini ve akışını bozacak şekilde aniden ve belirli bir süre içerisinde meydana gelen doğal yer ve hava hareketleridir.

  22. 6- TOPRAK KAYMASI (Heyelan) NEDİR ? Heyelan; kayalardan, döküntü örtüsünden veya topraktan oluşmuş kütlelerin, çekimin etkisi altında yerlerinden koparak yer değiştirmesine Heyelan (toprak kayması) denir. Bazı heyelanlar büyük bir hızla gerçekleştikleri halde bazı heyelanlar daha yavaş gerçekleşirler. Heyelanlar yer yüzünde çok sık meydana gelen ve çok yaygın bir kütle hareketi çeşididir ve aşınmada önemli rol oynarlar. Büyük heyelanlar aynı zamanda topografyada derin izler bırakırlar..  Heyelan aynı zamanda toprak kaymasıdır. Toprağın yer değiştirmesinden oluşur. Toprak altı fidelerinin topraktan çıkması, aynı zamanda toprağın aşağıya doğru inerek sürtünme kuvveti oluşturmasına heyelan denir..

  23. Heyelanın nedenleri nelerdir ? Kuvvetli Eğim : Eğimlerin fazla olduğu sahalarda heyelan riski artmaktadır. Bazı sahalarda fay yamaçları dik eğimlerin oluşmasına neden olarak heyelanları kolaylaştırırlar. Yine insanlar kanallar ve yollar açarak yada yol ve maden kazılarından çıkan toprakları denge açısına erişmiş bulunan yamaçlar üzerine atarak heyelan oluşumuna neden olan koşulları hazırlarlar. Gevşek unsurların denge açısını her hangi bir nedenle aştığı durumlarda heyelan oluşur. Su İle Doygunluk : Heyelanlar yağışlı veya zeminin ıslak olduğu mevsimlerde meydana gelirler. Şiddetli veya devamlı yağmurlar yahut karların erimesi, kayaların içine bol miktarda suyun sızmasına olanak verir. Bunun sonucunda plastisite ve likidite sınırlarına erişilir ve herhangi bir nedenle oluşan sarsıntı sonucunda heyelan meydana gelir. Su, ayrıca denge açısını küçülterek, ağırlığı arttırarak ve sürtünmeyi azaltarak heyelanı kolaylaştırır. Kaya Yapısı : Plastisite, likidite sınırları malzemenin yapısına sıkı bir şekilde bağlıdır. Çeşitli kil türlerinde plastisite birbirine yakın ancak likidite değerleri birbirinden çok farklıdır. Örneğin bu bakımdan en düşük değeri gösteren kaolin kili, en az su ile likidite sınırına erişen yani heyelana en uygun olan kil türüdür. Çeşitli depolarda az yada çok kil vardır. Bunun oranı ve türü heyelan olayını arttıran yada azaltan yani heyelanların yayılış alanlarını belirleyen başlıca faktörlerden birisidir. Bu nedenle killi formasyonların, fliş, marn ve tüf gibi depoların yaygın olduğu sahalarda heyelan çok fazla görülür. Buna karşılık kalker ve bazalt gibi kayalarda heyelan seyrek görülmektedir.

  24. Tektonik Yapı : Tektonik yapı ile heyelan arasında çok sıkı bir ilişki vardır. Tabakaların yamaç eğimine paralel olarak dalmaları, heyelanları kolaylaştırır. Özellikle tabakalar arasında killi bir seviyenin varlığı önemli rol oynar. Kar veya yağmur sularının toprağa sızması sonucunda plastik veya likit hale geçen kil tabakasının üzerindeki kütleler çekim gücüne uyarak, toptan aşağıya doğru kayabilirler. Kayaların diyaklazlarla derin ve sık bir şekilde parçalanmış olması da heyelanı kolaylaştıran koşullar arasında sayılabilir. Heyelanlar, yukarıda sayılan nedenlerin birisi veya birkaçının etkisiyle oluşurlar ve bazen topografyada çok önemli değişikliklere neden olurlar. Kayan kütlenin koptuğu yerde genellikle hilale benzer bir kopma yarası oluşmaktadır. Buradan ayrılan maddeler genellikle akış hareketini andıran şekiller gösteren ve çoğu kez üzerinde kapalı çanakçıklar bulunan bir yığın halinde aşağıya doğru yer değiştirirler ve heyelan kütlesinin gövdesini oluştururlar.  Bu kütle bazen bir akarsuyun yatağını tıkayarak bir Heyelan Seti Gölü oluşmasına yol açar. Örneğin Tortum Gölü, heyelanla Tortum vadisinin tıkanması sonucunda meydana gelmiştir. Ayrıca heyelanlar sonucunda, yamaçlarda taraçalara benzer basamaklar oluşabilir.

  25. 7- EROZYON NEDİR ? ÇEŞİTLERİ VE NEDENLERİ NELERDİR ? Erozyon, tabiatın normal süreci içinde meydana geliyorsa normal erozyon; insanın tabiattaki toprak, su ve bitki arasındaki dengeyi bozucu nitelikteki müdahaleleri sonucu meydana geliyorsa hızlandırılmış erozyon adını almaktadır. Normal erozyon, genellikle insan müdahalesi olmayan yerlerde görülür ve çok yavaş olarak gelişir. Meraların aşırı derecede otlatılması, ormanların tahrip edilmesi ile daha az korunan toprak, su ile kolayca taşınabilmektedir ve erozyon hızlanmaktadır. Yapıcı Unsurlara Göre Erozyonun Çeşitleri Özellikle ülkemizde tahribatı büyük boyutlara ulaşan su erozyonu, erozyon çeşitleri içerisinde en önemlisidir. Su erozyonundan sonra diğer erozyon çeşitleri önem sırasına göre; rüzgar, çığlar, heyelanlar ve buzullar olarak sıralayabiliriz. Çığ zaman zaman can ve mal kayıplarına neden oluyorsa da su erozyonu afeti karşısında ikinci planda kalmaktadır. Su Erozyonu: Su erozyonu, diğer erozyon çeşitleri içerisinde en yaygın ve en etkili olanıdır. Bunun için, toprak erozyonu denildiğinde akla su erozyonu gelmektedir. Türkiye topraklarının % 86'sında erozyon vardır. Böylece su erozyonunun etkilediği alan 66.9 milyon hektarı bulmaktadır. Yurdumuzdaki önemli can ve mal kayıpları su erozyonu sonucu meydana gelmektedir.

  26. Çığlar:Türkiye'nin aşırı derecede ormansızlaşmış, yükseltisi yurdun diğer kısımlarına oranla daha fazla ve yağışların genel olarak % 45' den sonraki meyilde kar şeklinde düştüğü Kuzey- Kuzeydoğu ve Doğu Anadolu'da çığ olaylarına sıkça rastlanmakta, can ve mal kayıplarına neden olduğu gibi yerleşim yerlerini, yolları, turistik tesisleri ve devlet yatırımlarını tehdit etmektedir. Türkiye'de yalnız 1985 yılından bugüne kadar 233 çığ olayı tespit olunmuş ve bu süre içinde 604 kişi hayatını kaybetmiştir. Çığ, pürüzsüzlüğü olmayan eğimi yüksek kayalık ve otlu satıhlara düşen aşırı kar yağışlarının kaygan satıhtan kopması ile aşağı kısımlara doğru hızını ve miktarını arttırarak meydana gelen bir kar kitlesi akımı olayıdır. Bu kar kitlesi önüne gelen insanların ölümüne neden olabildiği gibi ev, ahır, sınai tesis v.b. gibi yerlere zarar vererek kara ve demiryollarını kapatabilmekte günlerce trafiği aksatabilmekte ve sportif amaçlı gezilerde insan ölümlerine neden olmaktadır. Rüzgar Erozyonu:Rüzgar erozyonu sonucu verimli toprakların kaybı, buharlaşmanın hızlanmasıyla toprak emliliğinin azalması, bitki büyümesinin yavaşlaması, ulaşımın aksaması ve verimin düşmesi olumsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Taşınan kum ve verimsiz toprak, üretken tarım topraklarını kaplayarak, tarım yapılamaz hale getirmektedir.

  27. Doğal Yapıdan Kaynaklanan Nedenler İklim:İklimin erozyon üzerine etkisi; yağış, sıcaklık ve rüzgarla olmaktadır. Bunların içerisinde en önemlisi yağış olup, yağışın da şekli, şiddeti, süresi ve rejimi erozyona farklı etkiler yapmaktadır. diğer taraftan sıcaklık, yağışların çeşidini, toprağın donmasını ve nem içeriğini etkilemek suretiyle detaylı olarak erozyonun şiddetine tesir etmektedir. Bu açıdan Doğu Anadolu Bölgemizde toprağın 50 cm. derinliğe kadar donması ve sıcak havalarda gevşemesi olayı, diğer bölgelerimizde yağmur ve rüzgar, erozyon olayları açısından önemlidir.Ülkemizin dünyadaki konumu nedeniyle özellikle İç Anadolu, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaz kuraklığı ve yağış azlığı/yetersizliği diğer bölgelere göre daha fazladır. Bu nedenden dolayı, bitki örtüsünün zayıf olduğu bu bölgeler ülkemizin erozyondan en fazla etkilenen bölgeleridir. Çünkü, kurak ve yarı kurak sahaların mevcut ekosistemlerinin bozulması kolay ve hızlı olmakta ve bozulan ekosistemlerinin tekrar eski haline getirilmesi de zor ve pahalı olmaktadır. Topografya:Yamacın eğim ve uzunluğu erozyonda etkili topografik etkenlerdir. Erozyonun şiddeti ve toprağın yüzeysel akışla taşınmasına neden olan faktörlerin başında eğim gelmektedir. Dünyada kara kütlesinin ortalama yüksekliği 700 m., Avrupa'nın 330 m., Afrika'nın 600 m., Asya'nın 1010 m. olmasına rağmen Türkiye'nin ortalama yüksekliği 1132 m. 'ye ulaşmaktadır. Yükselti basamakları dikkate alınarak yapılan değerlendirmede de 0-500 metre arasındaki alanlar ülkemizin %17,5'u, 500-1000 metre arasındaki sahalar % 26,6'sını kaplamakta , 1000-2000 metre arasındaki alanlar ise % 45,9' a ulaşmaktadır.

  28. Ülkemiz arazisinin eğimli ve engebeli olması, orman ve ot örtüsünün tahrip edildiği alanlarda doğal dengenin hızla bozulması sonucunu doğurmaktadır. Doğal dengenin bozulması sonucu hızla toprakların aşınması süreci başlamaktadır. Erozyonun şiddetli olarak devam ettiği alanlarda altta bulunan jeolojik yapı yer yer taşlı ve kayalık araziler halinde ortaya çıkmaktadır. Jeolojik ve Toprak Yapısı: Ülkemizin jeolojik ve toprak yapısı; genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve değişmeye karşı fazla direnç göstermeyen taneli, tortul ve volkaniktir. Toprak ile jeolojik yapı arasında sıkı bir ilişki vardır. En fazla aşınmaya uğrayan zeminler Eosen ve Neogen zamanlara ait araziler ile volkanik kül ve tüflerdir. Genelde pekişme durumu zayıf, ayrışmaya ve erozyona karşı fazla direnç göstermeyen gevşek yapılardan oluşan topraklarımız erozyona hassas bir yapıdadır. Bu nedenle, en fazla aşınan ve sellere en fazla malzeme veren kaynaklar kumlu, şiltli, çakıllı olan pekişmemiş araziler ile bünyesine su aldığında kısa sürede eriyebilen tuzlu ve alkali maddeler bakımından zengin, milli ve killi depolar olmaktadır. Ülkemizde, toprak örtüsünün tamamen yok olduğu eğimli alanlarda erozyonun şeklini, şiddet ve seyrini; jeolojik yapıyı oluşturan ana materyalin yapısı, bünye özelliği, yağış sularını tutma ve geçirme kapasitesi gibi fiziksel ve kimyasal özellikleri belirler. Öte yandan, kurak ve sıcak iklim şartları altında Anadolu'nun kapalı havzalarında çökelmiş olan tuzlu, alkali maddeler bakımından zengin killi, marnlı ve jipsli depolarda kimyasal erozyon ön plana geçmiştir. Ülkemizde, bazı ana kayalar üzerinde oluşan toprak aşınması; kayalık-taşlık alanların ortaya çıkmasına ve dolayısıyla buraların VIII. sınıfa giren araziler haline gelmesine yol açmıştır.

  29. Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü:Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır, kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir.

  30. Bitki Örtüsü ve Ölü Örtü:Çıplak arazilere oranla bitki örtüsü ile kaplı arazilerde erozyon daha az meydana gelmektedir; çünkü, bitki örtüsü intersepsiyonla toprağa ulaşan yağışın miktarını, şiddetini ve mekanik etkisini azaltır, kökleriyle toprağı sarar ve taşınmasını önler. Orman toprakları ise, suyun akış hızını azaltır ve suyun toprağa sızmasını artırarak erozyonun şiddetini düşürür. Ayrıca; bitki örtüsü, toprak yüzeyinde biriktirdiği ölü örtü ile toprağı yağmura karşı korumaktadır. Özellikle, orman ölü örtüsü, en şiddetli yağışları yüzeysel akıma geçmeden toprak içerisine kolaylıkla geçirebilecek bir infiltrasyon kapasitesine sahiptir. Erozyona Etkili Olan Faktörler * Arazinin çok engebeli olması,* Eğimli arazilerde arazinin eğime paralel sürülmesi,* Bitki örtüsünün tahrip edilmesi: Orman yangınları, tarla açmak amacıyla ağaçların  kesilmesi, otlaklarda aşırı otlatılma yapılması, anız örtüsünün yakılması gibi,* Yağışların sağanak yağış şeklinde olması,* Tarım alanlarının amaç dışı kullanılması (Tarım alanlarına fabrika yapımı, tarım alanlarının yerleşmeye açılması gibi),* Hızlı nüfus artışı ile toprağın aşırı işlenmesi vb.

  31. 8-EREZYONUN BARAJLARIMIZ VE SULARIMIZ AÇISINDAN ÖNEMİ NEDİR ? Büyük yatırımlar yapılarak çeşitli amaçlar için tesis edilen, bir amacı da sulama olan barajlarımız, akarsu ve yüzey akışların taşıdığı toprak materyali ile planlanan ekonomik ömürlerinden daha kısa sürede dolmakta ve işlevlerini yitirmektedir. Genelde ekonomik ömürleri 50 yıl olarak belirlenen bazı barajların aşırı erozyon etkisi ile 15-20 yılda doldukları görülmüştür (Karamanlı 13 yıl, Altınapa 10 yıl, Kartalkaya 19 yıl, Kemer 22 yıl). Yapılan ölçümlere göre; *Dicle Nehri’nin 26,7 milyon ton/yıl *Fırat Nehri’nin 16,8 milyon ton/yıl *Kızılırmak Nehri’nin 15,7 milyon ton/yıl *Çoruh Nehri’nin 7,8 milyon ton/yıl sediment taşıdığı tespit edilmiştir. Fırat üzerinde tesis edilmiş olan Keban Barajı’na her yıl en az 32 milyon ton toprak taşınmış ve tesis tarihi olan 1974 yılından 2001 yılına dek yaklaşık olarak 850 milyon ton toprak baraj tabanına yığılmıştır. Dünya genelinde erozyonla kaybedilen toprak miktarı 24 milyar tondur. Ülkemizde her yıl kaybolan 500 milyon tona yakın verimli topraklarla birlikte 9 milyon ton bitki besin maddesi de yitirilmektedir. Bu özelliği ile de erozyon, ekosistemin ve suların kirletilmesinde en büyük etken olmaktadır. Çünkü yüzey akışları ile taşınan bitki besin maddeleri (gübre dahil) ve tarım ilaçları su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır. Ülkemizdeki ortalama yıllık toprak kaybı Avrupa’da oluşan kaybın 9,5 katı, Avustralya’da oluşan kaybın 2,9 katı, Amerika’da oluşanın 1,6 katıdır.    Barajlar, akarsuların taşıdıkları toprak materyalini tutmak suretiyle denize kavuştukları yerlerde oluşturdukları deltaların beslenmesini engellemekte, denizlerin deltaları aşındırmasına-kıyı erozyonuna neden olmakta, denizlerin karalar üzerinde ilerlemeleri sorununu da yaratmaktadır..

  32. II.BÖLÜM 1- SEL NEDİR ? Suyun doğal yada yapay yatağından taşarak tehlikeye neden olan doğal bir afettir. Bazı seller birkaç gün içerisinde meydana gelir. Fakat seylaplar (ani sel) birkaç dakika içerisinde suların kabarmasına neden olurlar. Hızla akan sel suları içerisinde bir çok kaya, taşlar, ağaçlar ve diğer enkazlar büyük tehlikelere neden olabilir. Hızla artan sel suları yüksek bentleri ve dik toprak  kenarlarının üzerini aşarak yüksek yerlerde de tehlike oluşturabilir. Ayrıca oluşturduğu balçık ve kaygan çamurlar büyük tehlike oluşturur.

  33. Sel ister büyük nehirlerin kıyısına yerleşmiş, ister dağ yamaçlarında yaşıyor olsun, isterse çöllerde bulunsun her yerdeki insanların rastlayabileceği türde bir doğa olayıdır. Yerleşilen yerlerdeki çeşitlilik görülme sıklığını değiştirmesine rağmen özellikle sel olayını dikkate almadan kurulan altyapılar bu doğa olayının bir faciaya dönüşmesine neden olabilmektedir. Ülkemizde sadece 1995 yılında üç bölgede  görülen sel olayı 160 kişinin ölümüne neden olurken her yıl can kaybına neden olmayan seller sonucu milyarlarca liralık ekonomik kayıplar yaşanmaktadır. Bu amaçla gelişmiş ülkeler sel riskini en aza indirmek için erken uyarı sistemleri geliştirerek özellikle can kaybını en aza indirmeyi başarmışlardır. Selin en sık rastlanan sebebi kuvvetli ve uzun süreli yağıştır. Seller kar erimesi sonucu oluşan kuvvetli akışlar veya drenaj kanallarının tıkanması sonucunda da meydana gelebilir. Günümüzde rastlanılan en yaygın sebep ise; kuvvetli yağmur fırtınalarında drenaj sistemlerindeki yetersizlik sonucu ana nehir kanallarının tamamen dolu olması ile meydana gelen taşmalar sonucu oluşan sellerdir. Dağlık bölgelerde ise seller kar erimesi veya yağışla birleşen kar suyundan meydana gelir. Çok nadir olarak da barajların çökmesi ve taşmasından kaynaklanan sellere rastlanılmaktadır. Akarsuların su taşıma miktarı değişkenlik gösterir. Bazen uzun süre yağış olmayan veya az yağış alan bir alanda akışlar yavaşlar bazen de aynı alanda yağışlı bir periyotta güçlü akışlar olabilir. Sellerin miktarındaki değişkenlik yağışın yoğunluğuna, yağış miktarına, kar erime oranına ve/veya diğer faktörlere bağlıdır.

  34. İki akarsu havzası arasındaki yağış toplamı veya toplama alanındaki depolama miktarı sel potansiyelinde önemli rol oynar. Deprem felaketinin aksine su baskınlarını gerek meteorolojik bulgular gerekse baskın bölgelerinden bugüne kadar elde edilen istatistikler ve gözlemler sayesinde önceden saptamak mümkün olabilir. Sellerin Ölçümünde;      - Yükseklik      - Su miktarı      - taşkın alanı      - Akış hacmi  gibi özellikler dikkate alınır. Bu özellikler:      - Toprağın rasyonel kullanımı      - Köprü ve barajların yapımı sellerin önceden tahmin edilmesi ve önlenmesi açısından önemlidir.

  35. 2- SEL NASIL OLUŞUR ? Selin en sık karşılaşılan şekli, kuvvetli ve uzun süreli yağış sonucu oluşur. Sel, kar erimesinin ardından oluşan kuvvetli akışlar veya drenaj kanallarının tıkanması sebebiyle de meydana gelebilir. Dağlık bölgelerde ise sel, kar erimesi veya yağışla birleşen kar suyundan meydana gelir. Çok nadir de olsa barajların çökmesi ve taşmasından kaynaklanan sele de rastlanılmaktadır. Engellenemez tabiat olayı sele en çok, nehir yataklarından taşmalar sonucu rastlanır. Nehir yataklarına gelen suyun sele dönüşmesine, yatakların amacı dışında kullanılması da yol açar. Günümüzde çarpık kentleşme sonucu dere yataklarının gecekondulaşma bölgesi haline gelmesi, ağaçlandırılması, doldurulması veya nehir yataklarının değiştirilmesi sonucu oluşan seller her yıl ülkemizde büyük mal ve can kaybına sebep oluyor. 3- SELİN NİTELİĞİ Doğal olayların bir sonucu olan sel riskinin zarar verici hale gelmesindeki en önemli etken insan olgusudur. Sözü edilen insan olgusu salt biyolojik bir varlık olan insanı değil her türlü insan eylemleri ve bu eylemler sonucu insanların yüzyıllar boyunca geliştirmiş olduğu özdeksel kültür öğelerini kapsamaktadır. Bu yönüyle insan, risk faktörlerinin oluşum sürecinde farklı, bu faktörlerin meydana gelmesi ile birlikte ortaya çıkan sonuçların büyüklüğünde yani risklerin etkileme süreçlerinde farklı etkilerde bulunmaktadır. Bu bakımdan insanların her anlamda riskler üzerinde belirleyici etkileri oldukları önemli bir gerçekliktir. Bu bağlamda aşağıdaki şekil farklı risklerin insan eylemleri ile ilişkisini ortaya koymak bakımından son derece önem taşımaktadır.

  36. “Bilimsel olarak, doğanın kendi dengesini koruma işleyişi sınırları içerisinde kaldığı sürece olağan bir hidrometeorolojik bir olay olarak kabul edilen” selin niteliğini tek bir cümle ile özetlemek gerekirse, selin bir afet değil doğurduğu sonuçların afet olduğu ileri sürülebilir. Başka bir bakış açısından ise selin en önemli yönünün onun sosyal bir olgu olduğudur. Eğer insanlar dere yataklarında yerleşmezlerse, nehirlerin taşkınları için gereken sistemleri oluştururlarsa, sel sadece meteorolojik bir olay olarak kalır. Tüm aksi durumlarda sel riski çok büyük ve yıkıcı felaketlere neden olacaktır.

  37. III.BÖLÜM 1- ÜLKEMİZDE SELLER Türkiye’nin Sel Afetleri Yönünden Durumu Doğal afet olarak sel, "bir akarsuyun muhtelif nedenlerle yatağından taşarak, çevresindeki arazilere, yerleşim yerlerine, altyapı tesislerine ve canlılara zarar vermek suretiyle, etki bölgesinde normal sosyo-ekonomik faaliyeti kesintiye uğratacak ölçüde bir akış büyüklüğü oluşturması olayı" şeklinde ifade edilmektedir. Bu tanımı, deniz sahillerine mücavir bölgelerdeki dalga hareketlerinden kaynaklanan kıyı taşkınları, göllerdeki seviye değişiklikleri ile dalga etkilerinden kaynaklanan göl taşkınları ve buzul erime ve parçalanmalarından kaynaklanan buz hareketi taşkınları ile genişletmek mümkündür. Dünyanın bir çok bölgesinde aşırı yöresel yağışlardan veya toplu kar erimelerinden sonra yaşanan akarsu taşkınları sel olayının en yaygın örneğidir. Sel yaşandığı bölgenin iklim koşullarına, jeoteknik ve topoğrafik niteliklerine bağlı olarak gelişen bir doğal oluşumdur. Ancak sel problemi veya afeti tamamen insan aktivitelerinin bir sonucu olarak meydana gelmektedir. Sel riski bulunan sahalarda önceden tedbir alınmaksızın süregelen kontrolsüz kentleşme faaliyetleri dünyanın her köşesinde sel afetinin en önemli nedenidir. Ülkemizde sel yada bir diğer ifade ile taşkın afetleri, depremlerden sonra en büyük ekonomik kayıplara neden olan doğal afettir Mevcut envanter verileri itibari ile taşkınlardan kaynaklanan ekonomik kayıp her yıl için ortalama 100.000.000 ABD dolarına ulaşmaktadır.

  38. Buna karşın taşkınların kontrolü ve zararlarının azaltılmasına yönelik olarak genelde yapısal önlemler bağlamında sürdürülen projeli faaliyetler için ayrılan yatırım miktarı ise yılda ortalama 30 000 000 ABD doları civarındadır. Ekonomik kayıpların sektörel bazda dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

  39. 1955-1969 döneminde genel hayatı etkileyen önemdeki taşkın olayı sayısı 1140 adet ve meydana gelen can kaybı sayısı 510 kişidir. Bir diğer ifade ile bu dönemde ülkemizde her bir yıla ortalama 76 adet taşkın olayının düştüğü ve her yıl için ortalama 35 kişinin taşkınlarda hayatını kaybettiği görülmektedir. 1970-1997 döneminde değerlendirilen toplam taşkın olayı sayısı ise 626 ve toplam can kaybı sayısı 538’dir. Aynı ifade ile bu dönemde her bir yıla ortalama 22 adet taşkın olayının düştüğü ve yılda ortalama 19 kişinin taşkınlarda hayatını kaybettiği görülmektedir. 1955-1997 döneminde en fazla can kaybına yol açan taşkın afeti 1957 yılı Eylül ayında Ankara’nın Hatip çayı vadisinde yaşanmış ve 185 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştır. Yukarıda iki ayrı dönemi karşılaştıran mukayeselerden hareketle, akarsu havzalarında su developmanına yönelik kapsamlı projeler ve taşkın koruma projeleri hizmete girdikçe taşkınların sıklığı ve oluşturduğu can kayıplarında önemli azalmalar olduğu görülmektedir. Ancak benzer bir sonucu ekonomik kayıplar açısından ifade etmek güçtür. Zira ekonomik gelişmenin sonucu olarak taşkın riski taşıyan alanlardaki ekonomik değerlerin büyüklükleri de o ölçüde artmakta ve daha küçük frekanstaki bir taşkında yaşanan ekonomik kayıp, gelişme öncesindeki daha büyük frekanslı bir taşkında yaşanandan çok daha büyük ekonomik kayıplar oluşturabilmektedir. Nitekim, 1989 – 1998 on yıllık dönemine ilişkin aşağıdaki tabloda yer alan değerler bu yaklaşımı doğrulamaktadır.

  40. Tablo 1-Türkiyede 1989-2002 döneminde meydana gelen taşkınların karakteristik özellikleri

  41. Dünyanın bir çok kesimlerinde; şiddetli fırtınaların sahil bölgelerinde oluşturduğu dalga hareketlerinden kaynaklanan kıyı taşkınları, göllerdeki seviye değişiklikleri ve dalga etkilerinden kaynaklanan göl taşkınları, buzul hareketlerinden kaynaklanan buz taşkınları ve aşırı yağışlar sonucunda veya kar erimelerinden kaynaklanan akarsu taşkınları sık yaşanmaktadır. Ülkemizde yaygın olarak yaşanan taşkınlar ise genelde akarsu taşkınlarıdır. Sel veya taşkın doğanın kendi döngüsü içinde meydana gelen doğal bir oluşumdur. Bu oluşumun bir sel afeti yada problemine dönüşmesi ise ekonomik gelişme bağlamında süregelen insan faaliyetlerinin doğal denge üzerine yaptığı müdahalelerin bir sonucu olmaktadır. Bu çerçevede, ülkemizin sel riskine hassasiyetinin mertebesini, doğal etkenler olarak nitelenebilecek coğrafi, iklimsel ve fiziksel özellikleri ile sosyo-ekonomik gelişme faaliyetlerinin (insan faaliyetlerinden kaynaklanan etkenler) belirlediğini ifade etmek gerekmektedir. Ülkemiz ve yakın civarındaki bölgenin genel coğrafi koşulları yönüyle Türkiye’nin; Fırat, Dicle, Aras ve Çoruh gibi akarsu havzalarında membada yer almanın avantajlarını, Asi ve Trakya bölgesi havzalarında ise akış aşağıda bulunmanın dezavantajlarını taşıdığı görülmektedir. İklimsel yönden ülkemiz bazı mevzi istisnalar dışında yarı-kurak iklim özelliklerine sahiptir. Ancak, bu genel özellik yağışa yönelik nitelikler de dahil olmak üzere bölgeden bölgeye önemli farklılıklar içermektedir. Nitekim yıllık ortalama yağış miktarı ülke genelinde ortalama 643 mm olmasına karşın, bu değer Güneydoğu bölgesinde 250 mm ye kadar düşmekte buna karşın Karadeniz bölgesinin doğu kesimlerinde 3000 mm ye kadar çıkmaktadır.

  42. Ülkenin fiziksel nitelikleri yönünden akarsu havzalarının; büyüklükleri, jeolojik ve topoğrafik nitelikleri, kullanım durumu ve koşulları, toprak özellikleri ile orman örtüsü ve erozyon koşulları, mecra eğim ve uzunlukları gibi parametreler de taşkın olaylarına hassasiyetin ölçüsünü belirleyen önemli doğal etkenler arasında yer almaktadır. Türkiye’de taşkınları meydana getiren yağışların sinoptik durumları ile geçmiş taşkınlara ilişkin envanter verilerinin birlikte değerlendirilmeleri sonucunda taşkınların en çok Mart, Nisan, Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında oluştuğu ve Karadeniz, Akdeniz ve Batı Anadolu coğrafi bölgelerinin taşkına en hassas bölgeler olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu sonuçlar, anılan bölgelerin topografyası, bitki örtüsü dağılımı, yerleşim şekli ve yağış rejimi ile de uyum göstermektedir. Nitekim yurdumuzda yağışlar kuzeybatı ve güney depresyonların tesirinde olup, Karadeniz ve Akdeniz'de sahillere paralel uzanan sıra dağların orografik tesiri depresyonik yağışların şiddetini arttırmaktadır. Ayrıca taşkına hassas olan ilkbahar aylarında yüksek kotlardaki karların erimeye başlaması, iç bölgelerdeki mevzii ve şiddetli konvektif yağışların katkısı ile bu bölgelerde meydana gelen taşkınların sıklığı ve büyüklüğünde etkili olmaktadır. Taşkın afetlerinin yalnızca meteorolojik oluşumlara bağlı olarak ifade edilmesi mümkün değildir. Özellikle Türkiye gibi ekonomik gelişme faaliyetinin yoğun bir biçimde devam ettiği şartlarda, sanayileşme ve sektör çeşitliliğinin beraberinde getirdiği kentleşme etkinliği, akarsu havzalarının muhtelif kesimlerindeki insan faaliyetinin çeşitliliğini ve yoğunluluğunu da büyük ölçüde arttırmaktadır.

  43. Bu durum ise havza bütünündeki hidrolojik dengeyi bozmakta ve sonuçta büyük miktarda can ve mal kaybına yol açan taşkın afetleri yaşanmaktadır. Akarsu havzaları içinde büyüyen yerleşimler, açılan yeni yollar ve kurulan yeni tesisler ile arazi yapısı değişmekte, elverişsiz tarım yöntemleri ile topraklar daha yoğun bir şekilde kullanılmakta, ormanlar ve meralar tahrip edilmekte, tüm bu koşullarda taşkın afetleri giderek daha büyük ve sık olarak görülmektedir. Bir çok durumda, daha önceden taşkın koruma önlemi gerekli olmayan alanlarda bile önlem alınması zorunlu hale gelmektedir. Yurdumuzda yakın geçmişte yaşanan; 13 Aralık 1990 tarihli Muğla İl merkezi taşkını, 11- 12 Aralık 1992 tarihli Marmaris İlçesi taşkını, 23 Ağustos 1992 tarihli Yozgat- Sorgun İlçesi taşkını, 2 Mayıs 1995 tarihli Bitlis İl merkezi taşkını, 4 Kasım 1995 tarihli İzmir İli taşkını, 7-8 Ağustos 1998 tarihli Trabzon-Beşköy beldesi taşkını ve son yıllarda sıkça yaşanan İstanbul İlindeki su baskını olaylarının hemen hepsinin nedenini kontrolsüz kentleşme faaliyetleri oluşturmakta, olayların meteorolojik yönünü oluşturan değerler ise genellikle küçük frekanslar içermektedir.

  44. Türkiye'de Sel Afetlerinin Yönetimi Çerçevesinde Bugüne Kadar Yapılan Çalışmalar Ülkemizde sel afetlerinin yönetimi çerçevesinde günümüze kadar muhtelif çalışmalar yapılmış olmakla birlikte, bunların büyük bir bölümünü yapısal proje faaliyetleri ile taşkın sırasındaki kurtarma ve acil yardım faaliyetleri oluşturmuştur. Ülkemizde taşkınların önlenmesi ve zararlarının azaltılmasına yönelik yapısal unsur içeren projeli faaliyetler DSİ Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. Bu projeli faaliyetleri; taşkın koruma ve kontrol ihtiyacını akarsu havzasının bütününde ve diğer su developmanı gerektiren ihtiyaçlarla birlikte ele alan çok amaçlı büyük su işleri projeleri ile ivediliği nedeniyle taşkın koruma ihtiyacını akarsu havzasının sınırlı bir bölümünde ele alan küçük su işleri projeleri oluşturmaktadır. 1999 yılı sonuna kadar, inşaatı tamamlanan yaklaşık 4390 adet küçük su işi ve 71 adet büyük su işi projesi ile toplam olarak mahalle, köy, belde, ilçe ve il gibi değişik ölçekteki 3300 adet yerleşim yerinde ve yaklaşık olarak 990 000 hektar tarım alanında belirli mertebede taşkın koruma ve kontrolü sağlanmıştır.

  45. Sel Afetlerinin Yönetiminde Bugüne Kadar Yapılan Çalışmaların Genel Değerlendirmesi Bugüne kadar edinilen tecrübeler, Türkiye akarsu havzalarında yaygın olarak yaşanan ve önemli boyutta can ve mal kayıplarına neden olan taşkınların, olayın su hareketi yönünden büyüklüğünü tayin eden hidrometeorolojik oluşumların büyüklüğünden ziyade, akarsu yatakları içinde veya mücavir taşkın riski taşıyan sahalarda herhangi bir önlem alınmaksızın sürdürülen düzensiz ve kontrolsüz kentleşme faaliyetleri sonucu oluştuğunu göstermektedir. Akarsu havzalarında; taşkın koruma ve kontrol amacını da içeren, su kaynaklarının havza bütününde developmanını öngören kapsamlı projelerin hizmete girmesi ile taşkınların sıklıkları ve yaptıkları zararlarda önemli azalmalar olmaktadır. Ancak, taşkın zararlarının azaltılması çalışmalarında en etkin ve ekonomik çözüm; taşkın yaşanmadan önce havza genelindeki insan faaliyetlerini düzenleyen ve çoğunlukla yapısal unsur içermeyen nitelikteki, halkın eğitiminden ağaçlandırma faaliyetlerine kadar birbirini tamamlar özellikli çoklu tedbirlerin, bir plan dahilinde, projeden yararlananlar da dahil olmak üzere tüm ilgili kurum ve kuruluşlarca eşgüdümlü bir program çerçevesinde, birlikte alınmasının sağlanmasıdır. Bu yaklaşım, konu ile ilgili çalışmalarda özellikle yerel yönetimlere önemli görevler yüklemektedir.

  46. 2- SEL VE SU BASKINLARININ ZARARLARI NELERDİR ? Dünyanın hemen her bölgesinde değişik sıklıkta ve boyutta görülen sel olayları, büyük can ve mal kayıplarına neden olmaktadır. Aynı zamanda doğal tehlikelerin en yaygın olanıdır. Dünyada her yıl yaklaşık ortalama 75 milyon dolayında insan bundan arklı biçimde etkilenmektedir.a. Kütle Etkisi : Hızla akan su ile taşınan malzemeler çarptığı her şeyi, canlı ve cansız çevre ile kültürel çevreyi (insan, bitki, hayvan, yol, köprü, bina, fabrika, araba vb.) tamamen yada kısmen tahrip ederek yada yok ederek büyük can ve mal kaybına neden olabilir.b. Erozyon Etkisi : Yukarı havzalardan başlamak üzere, aşağı havzalara kadar, havza boyunca her yerde yeni çatlakların ve oyukların oluşması, yatak yamaçlarında çökmelere neden olduğundan, buralarda yamaç hareketleri hızlanır, büyük miktardaki toprak başka yerlere taşınır.c. Su Basması : Tarım ürünleri, taşınabilir ve taşınamayan mallar büyük zarar görür büyük can ve mal kayıpları yaşanabilir.

  47. d. Taşıntı Etkisi : Selin verdiği en büyük zararların bir kısmı da Taşıntı baskınına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü bunlar etkili ve kalıcı zararlardır. Bunları aşağıdaki şekillerde sıralamak mümkündür.(1) Değişik yüzey malzemelerinin, bir alanı (özellikle tarım alanını) kaplaması, o alanın doğal yapısını bozar, kalitesini düşürür ve verimini azaltır. (2) Sel ve dere yataklarının taşıntıyla gittikçe tıkanması sonucu sel suları kontrolsüz hale gelir. (3) Hidroelektrik santralleri işlevlerini yerine getiremez hale geldiğinden, enerji üretiminde düşme görülebilir. (4) Taşınan ve yığılan malzemeler nedeniyle kara ve demir yollarının kapanması sonucu ulaşım aksar. (5) Su kanalları tıkanabilir, drenaj sistemlerinde tahribat olabilir. (6) Limanlar büyük zarar görebilir. (7) Çeşitli sosyo-ekonomik sorunlar ortaya çıkar.

More Related