1 / 14

yolculuk başlamıştı - o artık bir lokmaydı!

Niyazi bir köfteydi. Kıyılmış, satılmış , acılı bir köfte. Tabakta, bulgur pilavının yanında korkuyla bekliyordu. Suratına tükürülmüş, mıncık mıncık yapılmış, gururuyla oynanmıştı. Kendini deli dana kıyması gibi hissediyordu.

peggy
Télécharger la présentation

yolculuk başlamıştı - o artık bir lokmaydı!

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. Niyazi bir köfteydi. Kıyılmış, satılmış, acılı bir köfte. Tabakta, bulgur pilavının yanında korkuyla bekliyordu. Suratına tükürülmüş, mıncık mıncık yapılmış, gururuyla oynanmıştı. Kendini deli dana kıyması gibi hissediyordu.

  2. Niyazi bir köfteydi. Kıyılmış, satılmış, acılı bir köfte. Tabakta, bulgur pilavının yanında korkuyla bekliyordu. Suratına tükürülmüş, mıncık mıncık yapılmış, gururuyla oynanmıştı. Kendini deli dana kıyması gibi hissediyordu.

  3. Niyazi bir köfteydi. Kıyılmış, satılmış, acılı bir köfte. Tabakta, bulgur pilavının yanında korkuyla bekliyordu. Suratına tükürülmüş, mıncık mıncık yapılmış, gururuyla oynanmıştı. Kendini deli dana kıyması gibi hissediyordu. Ketçaplı sırtına bir zıpkın saplandı; yolculuk başlamıştı - o artık bir lokmaydı!

  4. Yukarılarda kocaman karanlık bir mağaranın ağzında buldu kendini; derinden garip sesler, sessiz çığlıklar geliyordu. Mağarada az önce yanından ayrılan, “acaba yetiştiğim toprakları bir daha görebilecek miyim?” diyen maydanozla karşılaştı. Maydanoz kendine çürük bir diş bulmuş oraya sığınmıştı. Daha aşağılara, gayya kuyusuna, bilinmeze gitmeye hiç niyeti yoktu; kendisini kurtaracak kürdanı bekliyordu. Tam yumuşak bir kürek onu değirmene, dişlerin arasına öğütülmeye atarken küçük dil imdadına yetişti: - Şşşt; buraya gel !.. Küçük dil merhametliydi. Kıpkırmızı bademciklerle birlikte yıllardır dişlerin zulmünü, lokmaları parçalayışlarını seyretmekten bıkmışlardı. Niyazi’ye asla öndeki tünele girmemesini söylediler, orası akciğere gidiyordu ve gidiş o gidişti, oraya bir girdi mi, hiç şansı yoktu. O sırada yanından bir grup pilav geçti; ruhsuz, öğütülmüş, derinlerde gözden kayboldular.

  5. Bir gün buralara tekrar gelirse orta kulağı da mutlaka ziyaret edeceğini söyleyerek yemek borusunun halkalarına tutuna tutuna dikkatlice aşağıya indi. Karşısında bütün ihtişamı ile MİDE duruyordu; ama ne mide. Uçsuz bucaksız, doymak bilmeyecek bir mide. Ayağı bir çukura takıldı, galiba o çukur ülserdi. Öyle öğretmişti pirzola, tezgahta “pirzola demiri”ni kafasına yemeden az önce. Mide birden guruldadı: - Sen kimsin?.. diye sordu.

  6. Aslında mide özde iyi niyetliydi ama onun kıymeti bilinmemiş, abur cuburla hayata küstürülmüştü. Mide dört gün önceki rakıyı salıvermemiş, ufak ufak demleniyordu. Köfte ona can yoldaşı oldu. Mide sıkıldıkça geviş getiriyordu, bu onun biricik eğlencesiydi. Ona geviş getirmeyi damardan tuzlama öğretmişti. Köfte de geviş getirmeyi mideden öğrendi; birlikte kahkahalar attılar, geğirdiler.

  7. Gözüne, içinden küt küt sesler gelen bir yol ilişti. Mide, o yolun kalbe giden yol olduğunu söyledi. Bir erkeğin kalbine giden yolun mideden geçtiğini de oracıkta öğrenmiş oldu. O da mideye takım tutmayı öğretti. Artık mide lokma takımını tutuyordu. Sonra ayrılık vakti geldi çattı. Waldeyer’in Mide Caddesi’nde birbirlerine bakıp ayrıldılar. Önünde uzun, ince, on iki parmak boyu yol vardı.

  8. On iki parmak bağırsağı onu sevmedi, öd sıvısını esirgedi. Çok ağladı; pankreas duymazlıktan geldi. On iki parmak bağırsağındaki çileli yolculuk bitince, perişan, darmadağın olmuş, yarı baygın ince bağırsakta ilerledi. Burası çok garipti, sanki iliği suyu emiliyordu. O kadar para verilmiş kırmızı vitamin hapının olduğu gibi hiç emilmeden durduğunu gördü; mideden beri ilk kez güldü. Artık şarkı bile söylüyordu.

  9. İlerledikçe kokular değişmeye, fenalaşmaya başladı. Birden durdu, sağında oradaki yapıya hiç benzemeyen bir yapı gördü. Evet, evet; bu kanserdi - sinsi, kimsenin haberi olmadığı, yeni başlamış bir kanser. Acele bir şeyler yapmalıydı, orada uzun süre kalamazdı; arkasından fıstıklı baklava korkunç bir süratle geliyordu. O da ne? Fıstıklı baklavaların arasında, bir Şam Fıstığı kabuğu kalmış, en önde yuvarlanıp duruyor, “itmesenize kardeşim” diye bağırıyor; “bağırsak bir türlü, bağırmasak bir türlü” diye söyleniyordu. Kabuğu eline aldı, kanserli dokuyu kazıdı. Orayı midenin yolluk olarak verdiği rakıyla dağladı. Bahtiyardı. Kör bağırsak kör olduğundan bu operasyonu göremedi. Ona anlattılar; pek sevindi. “Benim lokma tatlım; istersen burada sıkıntıdan patlayıncaya kadar, ya da apandisit patlayıncaya kadar kalabilirsin” dedi. Gitmeliydi; yoluna devam etti. Yorgundu ve bir kıvrımda uyuyakaldı.

  10. Gözlerini açtığında kalın bağırsakta bir yerlerdeydi. Kokular dayanılmazdı, lağım patlamış gibiydi; derin bir anesteziden kalkar gibi kalktı. Yolculuğun sonu yaklaşmış olmalıydı. Bir uluma duydu. Korktu; bu bağırsak kurtlarının ulumasıydı. Tenya’nın sesi kulaklarını tırmalıyordu. Oradan kaçmalıydı, ama önünde daha “06:30 dışkısı” bekliyordu ve belki de gönlünün olup çıkmasına daha saatler vardı.

  11. Uluma sesleri arttı, kendi ödü önündeki dışkıya karıştı. Önündeki dışkının hiç acelesi yok gibiydi. Lök gibi oturmuş, memeleri - basur memelerini seyrediyordu. O an, hiç olmayacak muhteşem bir şey, bir mucize oldu. Önce korkunç ve uzun bir gök gürültüsü duyuldu, sonra da bir çalkalanma oldu: İSHAL! Bütün şiddetiyle, bütün bereketiyle geliyordu. Sele kapılmış gidiyordu; rafting başlamıştı. Bir şenlik vardı, bir karnaval; fıstıklar, pilavlar çığlık atıyorlardı. En önde on gündür orada, o kokular içinde bekleyen kızılcık çekirdeğiyle, tünelin ucunu - büzülüp büzülüp açılan delikten ışığı gördüler ama ardında kendilerini bekleyen bir başka delik daha duruyordu.

  12. Artık çok geçti; o koca kara delik onları yuttu. Bir sifon sesi, ardından da bir hıçkırık duyuldu.

  13. Mide, dostunun ardından - bok yoluna giden Niyazi’nin ardından bulanmış, ağlıyordu… düş hekimi yalçın ergir http://www.ergir.com çizimler: pınar büyükgüral http://pinomino.blogspot.com/ düş hekimi – 2 (akarsu) kitabından / çınar yayınları müzik: kukush / nigel kennedy and the kroke band - east meets east

More Related