1 / 175

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ. MÜHENDİSLİK MİMARLIK FAKÜLTESİ ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ ÇEVRE POLİTİKALARI (ÇEV 472 ) Dr. Ethem TORUNOĞLU. İÇİNDEKİLER I. ÇEVRE SORUNSALI II. KÜRSELLEŞMENİN KIYISINDA TÜRKİYE , ÇEVRE VE GELECEK III .ÇEVRE BİLİM VE ÇEVRE POLİTİKASI KAVRAMI

eydie
Télécharger la présentation

ANADOLU ÜNİVERSİTESİ

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. ANADOLU ÜNİVERSİTESİ MÜHENDİSLİK MİMARLIK FAKÜLTESİ ÇEVRE MÜHENDİSLİĞİ BÖLÜMÜ ÇEVRE POLİTİKALARI (ÇEV 472 ) Dr. Ethem TORUNOĞLU

  2. İÇİNDEKİLER I. ÇEVRE SORUNSALI II. KÜRSELLEŞMENİN KIYISINDA TÜRKİYE , ÇEVRE VE GELECEK III.ÇEVRE BİLİM VE ÇEVRE POLİTİKASI KAVRAMI IV.ÇEVRE POLİTİKASI VE TÜRKİYE V. TÜRKİYE’DE ÇEVRE POLİTİKASI’NIN GELİŞİMİ VI. TÜRKİYE’DE ÇEVRE YÖNETİMİ’NİN GELİŞİMİ ve TARİHSEL EVRİMİ VII. ÇEVRE ve EKONOMİ / ÇEVRE İLE UYUMLU KALKINMA VIII. ULUSLARARASI POLİTİKALARI BELİRLEYEN VE YÖNLENDİREN ULUSLARARASI KURULUŞLAR IX. ULUSLARARASI ÇEVRE POLİTİKALARI ve DÖNÜM NOKTASI OLAN KONFERANSLAR X. ULUSLAR ARASI KONFERANS BELGELERİ XI. KAYNAKÇA

  3. I. ÇEVRE SORUNSALI

  4. İnsanın Doğaya Bakışı ve Algılayışı İnsan doğada varoluşundan bu yana, doğadan yararlanmış, doğa ile iç içe bir yaşam sürmüştür. İnsan doğayı işlemiş, bilgi birikimine ve teknik ilerlemeye koşut olarak doğaya egemen olmaya çalışmıştır. 

  5. Galileo ve Newton gibi doğa bilimcilerden bu yana, bilimin temel hedefi doğaya egemen olmak üzerine şekillenmiştir. Öte yandan, bilim, bilgi üretme ve tekniği geliştirme olgusudur. Bu noktada, doğada üstünlük kurmaya yönelen bir arayış, insan ve insanın yaşadığı doğal ortam arasında var olagelen uyumu bozmuştur.

  6. Çevre Sorunlarının Ortaya Çıkışı Çevrenin kirlenmesi ya da bozulması, çevreyi oluşturan öğelerin bu süreç içinde giderek niteliğinin değişmesi, değerini yitirmesi olayıdır.

  7. Çevre sorunları birden bire ortaya çıkmamış, zaman içinde birikerek varlığını duyurmuştur.Doğal varlıkların sınırlı olduğunun anlaşılması, bu noktada doğal varlıkların ve doğal kaynakların yalnızca zengin ülkelerin tekelinde olmadığı düşüncesinin gelişmesi bir dizi tartışmaya da yol açmıştır.

  8. Ayrıca, son 25 yıldır dünya genelinde kaynak sorunu, doğal varlıkların ve enerji kaynaklarının yönetimi sorunu politik bir mesele olarak öne çıkmıştır.

  9. …II.KÜRSELLEŞMENİN KIYISINDA TÜRKİYE , ÇEVRE VE GELECEK 1970’lerden 2000’li yıllara, “ Çevresel Bir Macera “

  10. Küreselleşme ve Çevre Alanına Yansıyanlar Dünyayı kendilerine sınırsız bir pazar haline getirmek isteyen emperyalist güçler; başta Ortadoğu olmak üzere dünyanın değişik coğrafyalarında, insanı ve geleceğimizi yok etme çabalarına işgallerle, kitlesel katliamlarla devam etmektedirler.

  11. Bu küresel paylaşım savaşlarının ortasında yer alan ve açlığın, yoksulluğun, işsizliğin ve toplumsal yozlaşmanın can yakıcı bir biçimde yaşandığı ülkemiz ise; IMF ve Dünya Bankası politikalarından, (GATS) Hizmet Ticareti-Genel Anlaşması gibi uluslararası anlaşmalardan, Avrupa Birliği uyum sürecinden nasibini almaktadır.

  12. 18. yüzyılda başlayan sanayi devrimi, insanoğlunun doğayla olan ilişkilerinde köklü bir değişimi de beraberinde getirmiştir. Sanayileşme-kentleşme süreçlerinin yarattığı yoğunlaşmış çevre kirliliği sorunlarıyla tanımlanabilecek bu ilişki, 20. yüzyıla gelindiğinde ne yazık ki artık küresel ölçekte bir çevresel krize dönüşmüştür.

  13. Doğadaki alıcı ortamların kirlilik özümseme kapasitelerinin aşılmaya başlanması, doğal ortamdaki dengelerin geri dönüşü zor, neredeyse imkansız bir şekilde değişiyor olması, çevre kirliliği kaynaklı büyük ölçekli sağlık sorunlarının gündeme gelmesi ve doğal varlıkların hızla tüketilmesi gibi süreçler sonucu ortaya çıkan ekolojik kriz, bu sorunun çözümüne yönelik arayışları ve bu noktada farklı yönelimleri gündeme getirmiştir.

  14. Çevre olgusu, çevre sorunları ve bu sorunların çözümü yönündeki politikalar, son dönemde politik-ekonomik tartışmaların odağına yerleşmiştir.

  15. Çevre sorunlarının doğal yaşamı ve insanlığı tehdit eder noktaya gelmesi, sorunun yaşamsal önemini de ortaya koymuştur.

  16. Böylece erozyondan su kirliliğine, küresel ısınmadan radyoaktif atıklara kadar uzanan bir dizi çevresel sorun, konuya bütünsel ve çevrebilimsel bir yaklaşımla çözüm getirme gereğini tartışılmaz kılmıştır.

  17. Nüfus, Açlık ve Barınma Ekolojik krizin temelindeki etkenlerden biri de hızlı nüfus artışıdır. Bugün dünya, mevcut kaynakları yetersiz kılan ve bu nedenle ekolojik dengeyi bozmaya başlayan bir nüfus artışı ile karşı karşıya bulunmaktadır.

  18. Bilim çevrelerinin hesaplarına göre, ancak dünya nüfusu önümüzdeki yüzyılın ortalarında 8 milyarda kalırsa, yaşanılabilir bir dünyaya sahip olabileceğiz. Bu iyimser beklentinin gerçekleşebilmesi için bugünkü nüfus artış hızının yarı yarıya düşmesi gerekiyor.

  19. Oysa, yine bir tahmine göre, dünya nüfusu 2050 yılında 11 milyara ulaşacağı belirtiliyor. Böyle bir dünyada ise tüm ekolojik dengelerin bozulacağı, çöllerin, aşınmış dağların, tükenmiş okyanusların ve yok olmuş tropik ormanların devri başlayabilecektir.

  20. Bu arada, ne gariptir ki; gelişmiş kapitalist ülkeler, yaşanmakta olan çevre kirliliğinin sorumlusu olarak azgelişmiş ülkeleri ve onların sahip olduğu nüfusun doğal kaynaklar üzerindeki aşırı baskısını gerekçe olarak görmektedirler.

  21. Oysa ki, günümüz dünyasının karşı karşıya olduğu Kuzey-Güney ikilemi sonucu nüfus baskısı kavramı, tek başına pek bir anlam taşımamaktadır. Çünkü asıl sorun ; “nerede kaç kişinin yaşadığı değil, kimin ne kadar tükettiği”sorunsalıdır.

  22. Nüfus artışının yarattığı en çarpıcı ve dramatik sorunlar üç ana başlıkta sıralanabilir:

  23. Azgelişmiş ülkelerin birçoğu, başta Afrika ülkeleri olmak üzere açlık ve barınma sorunu ile karşı karşıyadır. İklim değişikliğinin yarattığı doğal felaketler su, toprak, orman gibi doğal varlıkların tahribini hızlandırırken, bir yandan da bu varlıklara bağımlı insan neslini kıtlık ve açlık sorunu ile yüz yüze getirmiştir.

  24. Bu durumda, gıdasız, susuz kalan milyonlarca insan ya ölümü ya da göç seçeneğini tercih etmek durumunda kalmıştır. İşte son yıllarda Hindistan’da, Afrika’da veya Latin Amerika’da yaşanan doğal felaketlerin, çevre felaketlerine dönüşmesinin sonucu olarak binlerce insan yaşamını kaybederken, binlercesi de göç etme yolunu seçmiştir.

  25. Su ve Yaşam Birleşmiş Milletler Çevre Programının (UNEP) 2002 yılında yayınladığı “3. Küresel Çevre Raporu” na göre, başta Afrika ve Asya kıtalarında yaşayanlar olmak üzere, dünyada 1,1 milyar insan güvenli içme suyu, 2,4 milyar insan ise güvenli arıtma hizmetlerinden yoksundur.

  26. 2002 yılında düzenlenen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde ise, son 10 yılda temiz suya erişim ve atık suların arıtımında karşılaşılan yetersizliklerin sebep olduğu çocuk ölümlerinin, 2. Dünya Savaşından sonra yaşanan silahlı çatışmalarda kaybedilen insan sayısından fazla olduğu gerçeğini gözler önüne sermiştir.

  27. İklim Değişikliği, Kuraklık ve Çölleşme Küresel sınma ya da sözleşmelerde geçen ifadesiyle Küresel İklim Değişikliği, doğanın kendi varlık koşullarını zorlayan, onun kendini yenileyebilme olanaklarını ortadan kaldıran bir değişimi ifade etmektedir. Küresel ısınmaya yol açan sera gazları; temel olarak, sanayi toplumunda kullanılan fosil yakıtlardan, çeşitli sanayi kollarında özellikle, çimento, enerji, ulaşım sektörlerinin yoğunlaşmasıyla gökyüzüne salınan ve endüstriyel tarım neticesinde meydana çıkan gazlardır.

  28. Bu gazların bir bölümü karasal ve okyanus kaynaklı ekosistemler tarafından tutulur. Ancak, artık hem bu tutucu ortamların azalması ve yok olması hem de atmosfere bırakılan sera gazı miktarındaki artış, küresel karbon dengesini bozmaktadır. Bunun sonucunda da 19.y.y sonlarında başlarında ortaya çıkan , yüzey sıcaklıklarındaki artış. 20.yy sonlarında doruğa ulaşmıştır.

  29. Her yıl da sıcaklık artışlarında “uygarlığımız” rekora koşmaktadır. Bu yüzey sıcaklığı artışı, 20. yy dan günümüze 0.8 derecelik bir artışa sahne olmuştur. 20. yüzyılda sıcaklıklarda gözlenen bu ısınma, geçen 1,000 yılın herhangi bir dönemindeki artıştan daha büyüktür. Atmosferin en alt 8 kilometrelik bölümündeki hava sıcaklıkları da, geçen 40 yıllık dönemde belirgin bir artış eğilimi göstermektedir.

  30. Öte yandan, 20. yüzyılda, orta enlem ve kutupsal kar örtüsü, kutupsal kara ve deniz buzları ile orta enlemlerin dağ buzulları azalırken, küresel ortalama deniz seviyesi, yaklaşık 0.1-0.2 m arasında yükselmiş ve okyanusların ısı içerikleri artmıştır. Yağışlar kuzey yarımkürenin orta ve yüksek enlem bölgelerinde her on yılda yaklaşık % 0.5 ile % 1 arasında artmış, subtropikal karaların önemli bir bölümünde her on yılda yaklaşık % 3 azalmıştır.

  31. Küresel İklim Değişikliğinin oldukça sık gündeme girmesine sebebiyet veren bu tablo karşısında, tüm gözler, bir kurtarıcı umudu ile Birleşmiş Milletlere , İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne ve onun eki olan Kyoto Protokolü’ne çevrilmiştir.

  32. Atmosfer bilimcilerine göre küresel ısınmaya bağlı şu anki küresel iklim değişikliğinin işaretlerinden bazıları şöyle sıralanabilir :

  33. Aslında iklimler sürekli olarak değişmektedir. Doğal koşullarda iklim değişiklikleri oldukça uzun dönemler içerisinde gerçekleşmektedir. İklimlerdeki bu değişiklikler tüm canlıları doğrudan etkilemiş ancak bu değişikliklerin çok uzun bir süreç içerisinde gerçekleşmesi nedeniyle canlıların büyük bir kısmı değişikliklere kendilerini uyarlayabilmişlerdir. İnsanlığın doğal koşullara uyumlu gelişmesi 19. yy sonu, 20. yy başındaki sanayi devrimine kadar devam etmiş, bu andan itibaren gelişme, atmosfer üzerindeki insan etkisiyle birlikte “Küresel ısınmaya bağlı bir iklim değişikliği mi?” sorusunu gündeme getirmiştir.

  34. Dünya yüzeyinde bir başka felaket ya da tehlikeli gidiş de, ekilebilir toprakların aşırı kullanımı, ölçüsüz kullanılan kimyasal gübreler ve zararlılarla mücadele ilaçlarının (pestisidler) etkileridir. Bu arada, nüfus baskısı sonucu tarıma elverişli olmayan toprakların kullanılması daha fazla alanı çoraklaştırıp verimsizleştirmektedir.

  35. Yapılan tahminlere göre, bugünkü gidiş durdurulamazsa 2000 yılında ekilebilir topraklar yaklaşık % 20-30 oranında azalacaktır. Bu arada belirtilmesi gereken bir konu da, mega projeler olarak görülen sulama projeleridir. Bu projeler süreç içinde doğru yönlendirilmezse topraktaki tuz oranı artacaktır.

  36. Bir araştırmaya göre, her yıl bu tür olumsuzluklar yüzünden verimsizleşip terk edilen alanın yaklaşık 10 milyon hektar olduğu tahmin edilmektedir. İnsanlığın geleceğini ve yaşamını tehlikeye atan bu olumsuz gidiş çölleşme olarak adlandırılmaktadır.

  37. Enerji Politikaları Çıkmazı Bugün dünya nüfusunun yaklaşık %80’ini oluşturan azgelişmiş ülkeler dünya gelirinin yalnızca %15’ini alırken bu durumun “sürdürülebilir kalkınma” gibi kavramlarla açıklanmasının hiçbir inandırıcılığı yoktur. Çünkü, tüketim mallarının %85’i zenginler tarafından üretilmekte ve enerjinin de %75’i zenginler tarafından kullanılmaktadır.

  38. Peki enerji ne için kullanılıyor ya da insanın ve doğanın ihmal edildiği yerde enerji “kalkınma” açısından ne anlam taşıyor? Enerji, sanayileşme ve kalkınma arasındaki ilişki, son dönemde enerji üretim seçeneğinin ekonomik olmasının yanı sıra çevresel boyutunu da tartışma gündemine getirmiştir.

  39. Bu bağlamda enerji üretim seçenekleri üzerine yapılan tartışmalar genelde enerji ihtiyaç senaryolarına dayandırılmaktadır. Bir ülkenin enerji açığının ya da fazlasının olması, gelecek yıllarda ne kadar enerji tüketeceği, kalkınma hızı gibi veriler ve enerji talepleri ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Sonuçta enerji üretim seçeneği olarak nükleer, termik ya da doğal gaz gibi seçenekler gündeme gelmektedir.

  40. Batılı uzmanlara göre dünya ülkeleri bundan 30 yıl öncesine oranla %30 daha fazla enerji tüketmektedir. Ve tahminlere göre, 2025 yılında enerji ihtiyacı bugünkünden %65 daha fazla olacaktır. Bu nedenle, enerji açığı ya da enerji krizi söylemlerine dayanak aranmakta ve oluşturulmaktadır.

  41. Atık Sorunu Gelişmiş sanayi ülkelerinde yaşanan çevresel sorunların teknolojik değişimle çözülmesi yönünde çabalar sürerken, yaratılan tüketim toplumu ve bu topluma sunulan ürünlerin yarattığı sorunlardan biri de atık ve çöp sorunu olarak ortaya çıkmıştır.

  42. Tüketim alışkanlıklarının değişmesi ile yaygınlaşan ambalajlı ürün kullanımı ve “kullan at” türünden malzemeler, bugün dev boyutlara ulaşan çöp sorununun başlangıç noktası olmuştur. Örneğin, yapılan bir araştırmada, ABD’de NewYork kenti çöp toplama merkezi “Fresh Hills” e haftada 100 bin tondan fazla çöp atılmaktadır. Bu miktar, örneğin, Mısır’daki piramitlerden 10 kat daha büyük bir kütleye eşittir. Yine yapılan bir diğer araştırmada, çöplerin %25’inin hazır yemek ambalajı, %30’unun polistirin köpük, %25’inin kağıt, geri kalanının ise ağırlıklı olarak plastik, çocuk bezi türü atıklar olduğu görülmüştür.

  43. Öte yandan, plastik atıkların ya da plastik türevi atıkların çöp dağlarını oluşturan atıklar içinde, zehirli radyoaktif atıklardan sonra en tehlikeli atık türü olduğu bilinmektedir. Sonuç olarak, kola kutularından pet şişelere, hastane atıklarından radyoaktif atıklara kadar çöpün içeriğini oluşturan malzemeler çeşitlilik ve çokluk göstermektedir. Böylece, dünya kapitalizmin çöplüğü olmuş ve insanlık çöp sorunu, çöp dağları ile karşılaşmıştır…

  44. Plansız Sanayileşme Bugün gerek ABD’de, gerekse Avrupa Birliği bünyesinde çok ciddi yaptırımlarla donatılmış çevre yasaları bulunurken, gelişmiş ülkelerden kaynaklı ya da bu ülkelerden yayılan “potansiyel kirlilik” nasıl açıklanabilir?

  45. Herhalde, bu sorunun yanıtını kalkınma paradigmalarında aramak gerekmektedir. Bu noktada kapitalizmin “varoluş ve işleyiş” yasası gereği, hem insanı hem doğayı sömürüp tüketmek gibi bir işlevi olduğu gözardı edilemez. Örneğin, dünyada yılda 1 milyon tondan fazla zehirli madde doğaya atılmaktadır. Resmi kayıtlara göre, yalnızca ABD’de kimya sektöründe 700 bin ton, çevreyi kirletici zehirli maddenin oluştuğu bilinmektedir.

  46. Yine ozon tabakasını etkileyen CFC (kloro-floro-karbonların) ve halonların üretimine sınırlama getirilememektedir. Bu nedenle, CFC’lerin denetlenmemesi sonucunda ozon tabakasındaki incelmenin artacağı ve dünya üzerindeki yaşamın büyük ölçüde tehlikeye gireceği tahmin edilmektedir.

  47. Öte yandan, 1992 Rio Zirvesi’nin (Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı) önemli anlaşmalarından birisi olan “Küresel Isınma (İklim Değişikliği) Anlaşması”, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler tarafından imzalanmamış ve bu konudaki tartışmalar, ülkelerin yükümlülükleri gibi konular uluslararası çevre hukukunun önemli bir sorun alanı olarak ortada durmaktadır.

  48. Rio süreci ve Kyoto Protokolü ile birlikte, iklim değişikliğine yol açan gazların yayımının sınırlanması doğrultusunda gelişmiş ülkelerin karbondioksit yayımı miktarlarını, ülkelerin 1990 yılı karbondioksit yayımı seviyesinde tutmaları yönünde bir ilke kararı benimsenmiştir. Bu anlaşmanın ABD ve gelişmiş sanayi ülkeleri tarafından imzalanmaması, uzun yıllar askıda bırakılması ise aslında siyasal bir tercih olarak yorumlanmalıdır.

More Related