1 / 150

ULUSLARARASI EKONOMİK KURULUŞLAR

ULUSLARARASI EKONOMİK KURULUŞLAR. Doç. Dr. Mehmet Emin ERÇAKAR. KONULAR. IMF DÜNYA BANKASI OECD OPEC GATT-WTO G7-G20 AVRUPA BİRLİĞİ FED-ECB DİĞER MERKEZ BANKALARI UNDP – UNCTAD IDA – IFC – MIGA – TAHKİM ILO – FAO EFTA – NAFTA – LAFTA

Télécharger la présentation

ULUSLARARASI EKONOMİK KURULUŞLAR

An Image/Link below is provided (as is) to download presentation Download Policy: Content on the Website is provided to you AS IS for your information and personal use and may not be sold / licensed / shared on other websites without getting consent from its author. Content is provided to you AS IS for your information and personal use only. Download presentation by click this link. While downloading, if for some reason you are not able to download a presentation, the publisher may have deleted the file from their server. During download, if you can't get a presentation, the file might be deleted by the publisher.

E N D

Presentation Transcript


  1. ULUSLARARASI EKONOMİK KURULUŞLAR Doç. Dr. Mehmet Emin ERÇAKAR

  2. KONULAR • IMF • DÜNYA BANKASI • OECD • OPEC • GATT-WTO • G7-G20 • AVRUPA BİRLİĞİ • FED-ECB DİĞER MERKEZ BANKALARI • UNDP – UNCTAD • IDA – IFC – MIGA – TAHKİM • ILO – FAO • EFTA – NAFTA – LAFTA • BÖLGESEL EKONOMİK BİRLİKLER (KEİB – ŞANGAY BEŞLİSİ vb.)

  3. Uluslararası ekonomik ve mali kuruluşları tanımlamadan ve bunların uluslararası ekonomik birleşmeler ile olan farkına değinmeden önce, uluslararası kuruluşların kapsamını belirlemekte fayda vardır. Uluslararası kuruluşlar, uluslararası seviyede faaliyette bulunan, ticarî amaç taşımayan ve birden çok devleti ilgilendiren ama devlet niteliği taşımayan örgütlerdir. Dar anlamda, sadece hükümetler arası uluslararası kuruluşları içine alır. Geniş anlamda, “hükümetler arası” ve “hükümetler dışı” kuruluşları kapsar. Bu tipteki örgütler, ülkeler arasında kurulmuştur. Uluslararası hukuk kurallarına ve düzenlemelerine bağlıdırlar. Hükümetler dışı uluslararası kuruluşlar ise, genelde uluslararası özellik taşıyan derneklerden oluşur. Değişik ülkelerden özel veya kamu kişileri arasında kurulur. Bu kuruluşlar, uluslararası seviyede faaliyet gösterirler. Devletlerarası anlaşma konusu olmayan ve çeşitli milli hukuk düzenlerine bağlı örgütlerdir. Uygulamada uluslararası kuruluşlar, genelde dar anlamda ele alınmaktadır.

  4. Genelde Türkçe literatürde “birleşme” ile “kuruluş” arasında ayrım yapılmamasına rağmen; aslında her iki kavram, birbirinden çok farklı anlamdadır. Uluslararası birleşmeler (entegrasyonlar, bütünleşmeler) genelde ekonomik nitelikte olup ülkelerin çeşitli seviyelerde bütünleşmeye gittikleri uluslararası kuruluşlardır. Dolayısıyla, uluslararası kuruluşların ancak bir kısmını kapsar. Bu tipteki örgütlenmelerde, AB’de olduğu gibi bir üst organa yetki devri söz konusudur. Oysa diğer birtakım uluslararası kuruluşlar işbirliği temelindedir ve bir üst otoriteye yetki devri yoktur. Bu nitelikteki uluslararası kuruluşların temel özelliği, kendi aralarında özellikle ekonomik alanlarda işbirliği yapmaktır. Burada, belli ölçülerde de olsa birleşmeye yönelik bir hedef yoktur. (Or: OECD, KEİ) Bu sebeple uluslararası kuruluşlar, hem birleşme ve hem de işbirliği niteliği taşıyan tüm hükümetler arası örgütleri kapsar ve genel niteliktedir

  5. Uluslararası kuruluşların ortak nitelikleri, bir kuruluştan diğerine değişmekle beraber genel özellikleri aşağıdaki gibidir: a) Anlaşma: Bütün uluslararası kuruluşlar bir kurucu anlaşma (temel belge, kuruluş sözleşmesi) ile kurulur. Bu anlaşmada, kuruluşların amaçları, ilkeleri, üye oluş şartları, organları, organların yetkileri ve işleyiş yöntemleri belirtilir. b) Üyelik: Üyelik genellikle, örgütün kurucu anlaşmasını imzalayan ülkelere tanınmıştır. Bazı kuruluşlar, başka ülkelerin de katılımına açıktır. Böyle durumlarda, kurucu anlaşmada, yeni üye kabul şartları ve yöntemi de belirtilir. Bazı kuruluşlarda üyelik, toprak veya bölgesel ölçütlerle sınırlıdır. Üyeler için bazen belirli nitelikler (demokratik düzen, insan haklarına saygı gibi) aranabilmektedir. c) Kapsam: Uluslararası kuruluşların kapsamı, uğraştığı konular ve yayıldığı alan bakımından değişebilmektedir. BM gibi kuruluşlar, siyasi, ekonomik ve sosyal alanlardaki sorunlarla dünya çapında, çok yönlü görevler yerine getirmek için kurulmuştur. Bazı kuruluşlar ise, belirli bir konuda dünya çapında çalışmaktadırlar (kültür, eğitim, sağlık, çalışma, havacılık, para sorunları vb.). Kıtasal veya bölgesel olarak kurulmuş çok görevli ve uzmanlaşmış kuruluşlar da vardır.

  6. d) Organlar: Uluslararası kuruluşların genelde Genel Kurul, Yönetim Kurulu (Meclis) ve Sekreterlik olmak üzere en az üç organı vardır. Genel Kurul, bütün üyelerden oluşur, üyelerin eşit hakları olduğu (oy eşitliği) kabul edilir. Kararları genelde bağlayıcı değil, tavsiye niteliğindedir. Yönetim Kurulu (Meclis) belirli sayıda üyeden oluşur. Büyük veya önemli ülkelerin üye olması öngörülebilir. Diğer üyeler, belirli süreler için seçilir. Bu organın kararları bağlayıcı niteliktedir. e) Parasal Katkı: Üyeler, kuruluşun giderlerini karşılamak üzere kuruluş bütçesine, kararlaştırdıkları oranlar içinde parasal katkıda bulunurlar. Uluslararası kuruluşlara üye ülkeler, genelde birbirlerine karşı üstünlükleri olmayıp, ilke olarak eşittirler. Fakat; bu eşitlik durumu her zaman geçerli olamayabilmektedir.

  7. Örneğin; BM Güvenlik Konseyinde 6 büyük ülkenin veto hakkı vardır. Ayrıca IMF ve Dünya Bankası gibi üyelerin mali katkı sağladıkları bazı kuruluşlarda da üyelerin katkı oranında oy hakları vardır. Bazı durumlarda da kurucu üyeler, AB’ye yeni üye kabulünde olduğu gibi sonradan kuruluşa üye olacak olanların üyeliğini oybirliği şartı ile kabul etme hakkına sahiptirler. Politik, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri nitelikteki uluslararası kuruluşlardan özellikle de ekonomik nitelikte olanların sayısı; II. Dünya Savaşından sonra dünyada meydana gelen hızlı değişime paralel olarak hızla artmış, dünyanın her bölgesinde çok sayıda ekonomik birleşme ortaya çıkmıştır. Bunun doğal sonucu olarak ülkeler arasında karşılıklı bağımlılık artmış, dışa kapalı otarşik siyasetler hızla terk edilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla küreselleşen ve aynı zamanda bölgeselleşen günümüz dünyasında uluslararası ekonomik kuruluşlar, bu gelişmeye önemli ölçüde katkıda bulunmuş, uluslararası ekonomik ilişkilerin hızla gelişmesini sağlamışlardır.

  8. Uluslararası Ekonomik Kuruluşların Sınıflandırılması Dünya ekonomisinde uluslararası ekonomik kuruluşlar, amaçları, kapsadıkları ülkeler, işlevleri, organizasyon yapıları gibi kriterler esas alınarak sınıflandırılabilir. Dünya ekonomisinde uluslararası ekonomik kuruluşları kapsam açısından ikiye ayırmak mümkündür. Öncelikle BM çevresinde faaliyet gösteren uluslararası ekonomik kuruluşlar; BM’ye üye tüm dünya ülkelerine açıktır ve coğrafi bir kısıtlamaya tabi değildir. Bu açıdan dünya çapında ve evrensel niteliktedirler. IMF, GATT, UNCTAD bu gibi kuruluşlara örnektir. Bu tip kuruluşlara katılabilmek için BM’ye üye olmak yeterlidir. Bununla beraber, bazı üyelikler de bir takım kısıtlamalar da vardır. Örneğin; BM’ye katılabilmek için barışçı devlet olma; Dünya Bankası üyeliği için de IMF üyeliği şartı aranmaktadır.

  9. Diğer yandan kapsam açısından yapılan sınıflandırmada, bazı uluslar arası ekonomik kuruluşlara üyelik de belli özelliklere sahip olmayı gerektirmektedir. Belli bir grup ülkenin üyeliğine açık olduğu için bu kuruluşlar “kapalı” uluslar arası kuruluş niteliğindedirler. Bölgesel bazda ve uluslar arası ekonomik birleşme veya işbirliği özelliği taşıyan uluslar arası kuruluşlar, bu kapsamdadır( ÖR: AB, NAFTA, EFTA). Ayrıca, belli bir “dine mensup olmak” (İslam Konferansı Örgütü ve İslam Kalkınma Bankası), belli bir “ürünü üretim ihraç etmek” (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) belli bir “ırktan gelmek” (Arap Para Fonu), belli bir “ekonomik-siyasi gruptan olmak” (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü gibi) ve belli bir “coğrafi bölgede bulunmak” (Ör: Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü) gibi kriterler, bazı kuruluşlara üyelik için şart olmaktadır. Bu sebeple bu tip uluslararası kuruluşlar “dışa kapalı” bir nitelik taşımaktadır

  10. Bir diğer önemli nokta da ekonomik birleşme ile ekonomik işbirliği arasındaki ayrımı doğru şekilde yapabilmektir. Ekonomik birleşme terimi literatürde çeşitli ekonomik birleşme türlerini kapsayan genel bir terim olarak kabul edilmektedir. İktisatçılar, ekonomik birleşme türlerini değişik şekillerde tanımlamaktadırlar. Örneğin; Tinbergen uluslararası ekonomik birleşme ile uluslararası ekonomik işbirliğinin optimumlaştırılmasını anlarken, Kindleberger ekonomik birleşme ile üretim faktörleri fiyatlarının eşit bir duruma getirilmesi olayını tanımında esas almaktadır. Aslında ekonomik birleşme en genel şekliyle, birleşmeye giden ekonomilerde mal ve hizmetlere serbest dolaşım sağlayarak bir Ortak Pazar yaratmaktır.

  11. Böylece ekonomik birleşme ile daha geniş bir pazara üretim yapmak ve büyük çapta üretimin sağladığı imkanlardan yararlanmak mümkün olmaktadır. Diğer taraftan ekonomik işbirliği anlaşmaları, aslında bir ekonomik birleşme şekli değildir. Bu anlaşmalar ile, uluslar arası ticarete konan çeşitli engeller ortadan kaldırılarak, kontroller azaltılmak istenmektedir. Bu niteliği ile OECD, KEİ, WTO, UNCTAD gibi kuruluşlar, ekonomik işbirliğine örnek oluşturabilirler. II. Dünya Savaşının sona ermesiyle birlikte, dünyada çok sayıda ekonomik birleşme denemeleri görülmüştür. 20. yüzyılın son yarısında ülkeler arasında ekonomik dayanışma ve yakınlaşma giderek artmaya başlamış, çağımız artık bir ekonomik birleşmeler çağı olmuştur. Dünyanın gelişmiş ve gelişme yolunda olan bölgelerinde çeşitli ekonomik birleşmelerin görülmesi, bunlardan AET, EFTA gibi bazılarının da önemli bir başarıya ulaşmış olması, konunun önemini ortaya koymaktadır.

  12. Türkiye de dünya ekonomisinde 1960’lı yılların başından itibaren ortaya çıkan ekonomik birleşmelerin dışında kalmamış, Avrupa Toplulukları ile Toplulukların kuruluşundan 1,5 yıl sonra ilişki kurmuş, İran, Pakistan ve Türkiye’den meydana gelen ve eski ismi RCD olan Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (ECO) kurucusu olmuştur. Türkiye’nin özellikle AB ile ilişkileri çok önemlidir. Sonuçta ülkeler arasındaki iktisadi birleşme hareketleri, sınırlı sayıdaki mallar üzerinde tarife indirimlerinden, kapsamlı iktisadi birliklerin kurulmasına kadar değişebilmektedir. Bazı birleşme hareketlerinde yalnızca ülkelerin aralarındaki mal ve hizmet akımlarının serbestleştirilmeleri, bazılarında buna ek olarak üretim faktörlerinin serbest dolaşımı, diğer bir kısmında ise, bunlarla birlikte para, maliye ve ekonomi politikası alanlarında da uyum ve işbirliğinin sağlanması söz konusudur. Günümüzde iktisadi birleşme veya gruplaşma hareketleri çok değişik şekiller almaktadır. Birleşmenin derecesine göre bunları aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

  13. a. Tercihli Ticaret Anlaşmaları: En dar kapsamlı iktisadi işbirliği örneğidir. Burada anlaşmaya üye olan ülkeler, tek yanlı veya karşılıklı olarak belirli mallar üzerindeki gümrük tarifelerinde indirimde bulunurlar. b.Serbest Ticaret Bölgesi : Serbest ticaret bölgesi, üyeleri arasında ticareti kısıtlayan veya engelleyen tarife ve kota gibi sınırlamaların ortadan kaldırıldığı ve üye ülkelerin birlik dışında kalanlara karşı ortak bir tarife uygulama yükümlülüğü altında bulunmadıkları ekonomik birleşme türüdür. Bölgeye giren ülkelerin mal ve hizmetleri için yaratılan ortak piyasa, üretim faktörlerinin girişine açık değildir. Bu tür birleşmelerde ekonomi siyasetlerinin ve kurumlarının ahenkleştirilmesi ve birliği de söz konusu değildir. Dünya ekonomisinde serbest ticaret bölgelerine, 1960 yılında Latin Amerika ülkeleri arasında kurulan Latin Amerikan Serbest Ticaret Bölgesi LAFTA, yine aynı yıl İngiltere’nin öncülüğünde Batı Avrupa’da gerçekleştirilen Avrupa Serbest Ticaret Bölgesi EFTA, EFTA ile AET arasında 1972-1973 yılları arasında yaratılan Avrupa Ekonomik Alanı örnek olarak verilebilir.

  14. c. Gümrük Birliği : Gümrük Birliği, serbest ticaret bölgelerine göre daha geniş kapsamlı bir ekonomik birleşme türüdür. Burada serbest ticaret bölgesindeki şartlara ek olarak birliğe üye ülkelerin serbest dış ticaret politikası izleme imkanları sınırlandırılmış olduğundan, gümrük birliği serbest ticaret bölgesine göre daha ileri bir ekonomik birleşme derecesindedir. Gümrük birliğinde, üye ülkeler arasındaki tarife ve kota sınırlamaları kaldırılarak yalnızca mal ve hizmetler için ortak bir piyasa yaratılması öngörülmüştür. Bu sebeple, daha ileri bir yakınlaşmayı gerektiren üretim faktörlerinin ülkelerarası hareketliliği ile ekonomik siyasetlerin birleştirilmesi; ekonomik birleşmelerin bu aşamasında söz konusu değildir. Viner’e göre birkaç ülkenin bir araya gelerek bir gümrük birliği oluşturabilesi için, yukarıda belirtilen şartlara ek olarak, gümrük gelirlerinin tek bir elde toplanarak önceden belirlenmiş ölçütlere göre paylaşılması da gerekir.

  15. Uluslararası alanda kurulan ilk gümrük birliği, 1834 yılında Prusya’da gerçekleştirilen Alman Gümrük Birliği’dir. Belçika, Hollanda ve Lüksemburg da 1932 yılında Benelüks olarak bilinen bir bölgesel kuruluş oluşturmuşlar ve 5 Eylül 1944’te kendi aralarında gümrük birliği kurmayı amaçlayan anlaşma imzalamışlardır. Fakat gümrük birliği anlaşması ancak 1948 yılında yürürlüğe girebilmiştir. 1 Ekim 1960 tarihinde de Benelüks ülkeleri fiilen gümrük birliği gerçekleştirmişlerdir. Tarihteki bu örneklerine rağmen gümrük birliklerinin en önemli ve güncel örneği AET’dir. d.Ortak Pazar : Gümrük birliğinden daha ileri bir iktisadi birleşmedir. Çünkü, gümrük birliğinde olduğu gibi üyeler, aralarındaki ticareti serbestleştirip dışa karşı ortak tarife uygularlarken, emek ve sermaye gibi üretim faktörlerinin de bölge içinde serbest dolaşımı da sağlamaktadırlar. AB’nin bugünkü durumu ekonomik birleşmenin bu aşamasına örnek teşkil eder. Bununla birlikte AB giderek iktisadi birliğe yönelmektedir.

  16. e. Ekonomik Birlik : İktisadi birleşme hareketlerinin en ileri şeklidir. İktisadi birlikler ortak pazarın ötesinde ekonomik, mali ve para politikalarının koordinasyonunu da gerektirir. Yani iktisadi birliklerde, üye ülkelerin bireysel makro ekonomik politika izlemedeki serbestlikleri bir ölçüde, birliğe devredilir. Böyle bir aşamaya geçilmiş olabilmesi için tek bir para ve bankacılık sistemi, ortak mali politikalar ve tüm birlik çapında ortak ekonomik politikaları belirleyecek ve uygulayacak ülkeler üstü bir organın kurulmuş olması gerekir. Ekonomik birliğin bir diğer şekli de “parasal birlik”tir. Parasal birlik, üye ülkelerin ulusal paraları arasında sabit kur ilişkisi kurulmasını öngörmekte, bunun için de ulusal para ve maliye politikalarının uyumlaştırılmasını amaçlamaktadır. Özellikle sıkı ekonomik ve ticari ilişki içinde bulunan ülkeler arasında, bu tür birliklerin kurulması üyelerin yararına olabilir. Ancak, iktisadî birlikler parasal birlikten çok daha kapsamlı hareketlerdir. Çünkü burada söz konusu olan, yalnızca para ve maliye politikalarının değil, tüm ekonomik ve sosyal politikaların uyumlulaştırılması ve bazı yetkilerin birlik düzeyinde bir kuruluşa devredilmesidir. Fakat bazen, Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, ekonomik birlik kurmayı amaçlayan ülkeler bu doğrultuda daha hızlı bir yol almak için aynı zamanda parasal bir birlik kurmayı da öngörmüş olabilmektedirler.

  17. Dünya Ticaretinin Serbestleştirilmesi ve Küresel Ticaret İkinci Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan dünya ticaretini serbestleştirme eğilimleri günümüzde de hızlı bir biçimde sürmektedir. Evrensel boyutlarda dünya ticaretini serbestleştirme çabaları adeta dünyayı tek bir Pazar durumuna getirme amacına yöneliktir. Bu gelişme aynı zamanda ticaretin küreselleşmesi olarak da adlandırılabilir. Küreselleşme, özellikle 1980 sonları ve 1990 başlarından itibaren dünyada yaygın olarak kullanılmaya başlanan bir kavramdır. Küreselleşme aslında çok boyutlu bir gelişmedir; şöyle ki, ekonomik kadar sosyal, siyasal, kültürel vs. yönleri de bulunmaktadır. Ekonomik anlamda küreselleşmenin ticari küreselleşme, mali küreselleşme ve üretimin küreselleşmesi olmak üzere üç boyutu dikkat çekicidir.

  18. Ticari küreselleşme veya küresel ticaret, diğerlerinden daha eski bir gelişmedir. Bu gelişme, 1947’de kurulan GATT çevresinde gümrük tarifeleri ve kotaların kaldırılarak uluslar arası ticaretin evrensel boyutlarda serbestleştirilmesi çalışmaları ile başlamıştır. Bugün GATT’ın yerine Dünya Ticaret Örgütü, (WTO) geçmiş bulunmaktadır. Küresel ticaretin gelişmesinde, GATT çerçevesindeki uluslararası düzenlemelerle, iletişim ve haberleşme başta olmak üzere teknolojik gelişmelerin önemli etkileri vardır. Bu sayede taşıma maliyetleri düşmüş, uluslararası pazar gelişmeleri daha kolay izlenir bir duruma gelmiştir. Fakat küreselleşmenin yaygınlaşmasında siyasal gelişmelerin etkisi de göz ardı edilmemelidir. 1980 sonları ve 1990 başlarında Sovyetler Birliği’nin dağılması ile iki kutuplu dünyadan tek kutuplu bir dünyaya geçilmesi, böyle bir gelişmenin ana koşullarını hazırlamıştır. Başka bir deyişle bugünkü dünya, eski komünist ülkeleri de kapsayan kapitalist bir ekonomik yapıya dayanmaktadır.

  19. Mali küreselleşme, ülkelerin kısa ve uzun vadeli sermaye akımlarıyla ilgili olarak uygulamakta oldukları engel ve kısıtlamaları kaldırıp yurtiçi piyasalarını dünya piyasaları ile bütünleştirmelerinin bir sonucudur. Bu gelişmeler dolayısıyla sermayenin uluslararası alanda dolaşımında büyük artışlar olmuş ve dünya tek bir mali piyasa durumuna dönüşmüştür. Mali küreselleşme olayı 1980 sonrası döneme aittir. Üretimin küreselleşmesi ise sınır ötesi üretimin yaygınlaşmasını ifade eder. Başka bir deyişle, günümüzde dünya üretiminin çok önemli bir payının çokuluslu işletmeler tarafından ana ülke sınırları dışında gerçekleştirilmesidir. Aslında bu anlamdaki küreselleşme de çok yeni olmayıp İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme kadar inmektedir.

  20. Aslında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ticaretin serbestleştirilmesi olayı iki ayrı doğrultuda gelişme göstermiştir. İlki; GATT çerçevesindeki çok yanlı görüşmelerle ticaretin serbestleştirilmesine dayanan küresel veya evrensel yaklaşımıdır. İkincisi ise, iktisadi birleşme hareketlerini ifade etmektedir ve genellikle belirli bir coğrafi bölgede yerleşik ve yakın ekonomik ilişki içinde bulunan ülkeler arasındaki dış ticaret ve diğer ekonomik faaliyetleri serbestleştirmek üzere oluşturulan iktisadi gruplaşmaları kapsamaktadır ve hepsinin ana amacı ticaretin serbestleştirilmesine yöneliktir.

  21. IMF - INTERNATIONAL MONETARY FUND • Uluslararası Para Fonu Nedir? • 1929 Dünya Bunalımı ve 2. Dünya Savaşı • Altın standardı ve Bretton Woods Sistemi

  22. IMF Nasıl Kuruldu ? IMF’nin kuruluşunda etkili olan en temel iki olay sırasıyla 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı ve ardından patlak veren 2. Dünya Savaşı’dır. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, kapitalist sistemin karşılastıgı en büyük ekonomik bunalımdır.

  23. IMF, 1930’lardaki dünya ekonomik krizinin getirdiği birtakım sorunlarla birlikte doğdu. Bu dönemde paraya olan güven azlığı ile birlikte ülkeler kendi paralarını artık altınla eşitleyemez hale geldiler. Hatta ticaret, mal değiş tokuşu ile yapılır duruma geldi. Bu duruma karşı paranın değerinin saptanabileceği bir kurum oluşturma yolunda adımlar atıldı. Böyle bir sistemin yürütülebilmesini sağlayacak olan kurum bir ülke parasının diğerine kısıtlama olmadan çevrilebilmesini sağlayacak, her bir paranın değerini saptayabilecek ve ülkelerin rekabet için kendi paralarının değerini düşürmesini denetleyecekti. Bu amaçlar arasında ticaretin uyumlu bir biçimde gerçekleşmesini sağlamak ve döviz kurunun istikrarını korumak da yer almaktadır.

  24. Bu amaçla 44 ülkenin delegeleri 1944’de Amerika’da BrettonWoods’ta toplandı ve IMF 1946 Mayıs’ında işlerlik kazandı. BrettonWoods’ta yapılan anlaşmada IMF’nin etkinlik alanı sanayileşmiş ülkeler ile sınırlı iken, Dünya Bankası’nın görevi az gelişmiş ülkelerin kalkınma sorunları ile ilgilenmek olarak tasarlanmıştı. Ancak özellikle 1973 petrol krizi ve dünyada yaşanan genel ekonomik buhrandan sonra bu işbölümü yok olmuş, IMF ve Dünya Bankası yapısal uyum programları adı verilen ve az gelişmiş ülkelerin sistemle tam bütünleşmesini sağlamaya yönelik projeleri beraberce yürütür hale gelmişlerdir. Yapısal uyum programlarını Dünya Bankası projelendirirken, IMF de stand-by anlaşmaları ile bu uyum programlarının uygulanışını denetlemektedir. IMF’nin görevleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

  25. Deflasyonistbir gelişmeden depresyona geçen kapitalist dünya ülkeleri, devlet müdahalesi yaparak ekonomilerini canlandırmışlardır. Fakat canlanmanın ilk sonuçlarının alınmaya başlandığı sıralarda 2. Dünya Savaşı çıkmıştır. Savaşın sonlarına doğru dünya kapitalizminin karsılaşacağı bu tür bunalımları daha kolay atlatabilmesi için uluslararası bir işbirliğine gitmenin ve bunu kurumsallaştırmanın gerekli olduğu anlaşılmıştır. Bu çerçevede likidite sıkışıklığını giderecek bir para fonu olarak IMF, ilk tasarlanan kurumlardan biri olmuştur.

  26. Altın Para Standardı ve Bretton Woods Dünya ekonomisinde 1870’lerden 1. Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede altın standardı uluslararası para sisteminin temelini oluşturmustur. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımına kadar kısmen yürürlükte kalan sistemde tüm ulusal paralar altına endekslenmistir. Örnegin 1914 yılı itibariyle 1 İngiliz Sterlini 0,257 ons ve 1 ABD doları 0,053 ons altın olarak belirlenmiştir.

  27. IMF’nin Kuruluş Amacı IMF'nin kuruluş amacı Ana Sözleşmede; "Uluslararası parasal işbirliğinin geliştirilmesini sağlamak; uluslararası ticaretin dengeli bir şekilde gelişmesine yardımcı olmak; çok taraflı ödemeler sisteminin kurulmasına destek olmak; ödemeler dengesi sıkıntısı çeken üye ülkelere gerekli geri dönüş önlemlerini almak kaydıyla yeteri kadar maddi destekte bulunmak; üye ülkelerin ödemeler dengesi sorunlarının derecesini ve süresini düşürmek” olarak belirlenmiştir. (IMF, 2004)

  28. Uluslararası rezerv yetersizliğini gidermek için likidite yaratacak bir kurum olarak oluşturulan Uluslararası Para Fonu’nun gerçekleştirmeye çalıştığı amaçları şöyledir: 1-Uluslararası ticaretin gelişmesini sağlamak üzere ülkelerde tam istihdam üretim seviyesine ulaşılması.  2-Gelişme hızlarının artırılması.  3-Sabit kur sisteminin gerçekleştirilmesi ve kurlarda istikrarın sağlanması 4-Tek yönlü devalüasyonların olanaklar oranında önlenmesi.  5-Ödemeler dengesi sorunlarının çözümüne yardımcı olmak için üye devletlere kredi verilmesi ve ticari serbestliğe kavuşturulması. 6-Kararlı kur politikası ile ulusal para politikaları arasında koordinasyon kurarak  kambiyo piyasalarına istikrar kazandırılması. 7-Konvertibiliteden  çok yanlı ödeme sistemi ve uluslararası uzmanlaşmadan tam yarar sağlanması.

  29. Ana sözleşmesinde yer alan bu amaçlar; -döviz kuru istikrarı,   -döviz kontrolleri ve ithal kısıtlamalarının kaldırılması ve -yeterli uluslararası likidite sağlanması olmak üzere üç ana noktada odaklanmaktadır.

  30. BrettonWoods’ta yapılan anlaşmada IMF’nin etkinlik alanı sanayileşmiş ülkeler ile sınırlı iken, Dünya Bankası’nın görevi az gelişmiş ülkelerin kalkınma sorunları ile ilgilenmek olarak tasarlanmıştı. Ancak özellikle 1973 petrol krizi ve dünyada yaşanan genel ekonomik buhrandan sonra bu işbölümü yok olmuş, IMF ve Dünya Bankası yapısal uyum programları adı verilen ve az gelişmiş ülkelerin sistemle tam bütünleşmesini sağlamaya yönelik projeleri beraberce yürütür hale gelmişlerdir. Yapısal uyum programlarını Dünya Bankası projelendirirken, IMF de stand-by anlaşmaları ile bu uyum programlarının uygulanışını denetlemektedir. IMF’nin görevleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir:

  31. -Ekonomisi istikrarsızlık içinde olan dış ödeme açıkları veren ülkelere kısa süreli kredi sağlamak, -Uluslararası parasal ilişkilerin düzenli ve uyum içinde olan gelişmesini denetlemek ve gözetlemek, -Üye ülkelerin, uluslararası ticari bankalara veya resmi kuruluşlara olan ve ödenemeyen borçlarının ortaya çıkması durumunda, sorunun çözümü için aracılık yapma, yeni ödeme planları ve borç erteleme anlaşmaları hazırlamak, -Yeni üstlenilen bir görev olarak, üye ülkelerdeki makro ekonomik ve yapısal uyum politikalarına destek sağlamak, dış ticaret ve kambiyo rejimlerinin liberasyonu ve rasyonelleştirilmesi gibi konularda üyelere teknik yardım ve eğitim hizmetleri sunmak, -Üye ülkeleri dış ticaret politikalarını liberalleştirmeye özendirmek üzere çalışmalarda bulunmaktır.

  32. IMF’ NIN MALİ KAYNAKLARI VE ÜYE ÜLKELER IMF üye ülkelerin kredi taleplerini değerlendirebilmek için yeterli miktarda likiditeye sahip olmalıdır. Kurumun likiditesi, normal kaynaklar ve ödünç alınan kaynaklardan oluşmaktadır. Fon’un emrinde her an çeşitli ülke paralarından oluşan bir stok bulunur. Fon’un altın stokları hemen kullanılabilecek kaynaklar arasında yer almaz. Çünkü altın stokunun kullanıma açılması için fon üyelerinin %85’inin oyu gereklidir. Fon, normal kaynaklarını desteklemek amacıyla geçici olarak borçlanma yolunu da seçebilir. Bu durumda borçlanılan toplam miktar, toplam kotaların %50-60’ını geçemez. Kota, fon kaynaklarının kullanma hakkının miktarını yani üye ülkenin fonda ne kadar oya sahip olduğunu gösterir. Fon işlemlerine müdahale edebilmek için ülkelerin oy hakkına sahip olmaları gerekir. Kurumun yaptığı işlemler üye ülkelerin oy çoğunluğu ile kabul edilir.

  33. IMF içerisindeki oy gücü –temsiliyet ve kredi kapasitesi açısından “kota” olarak adlandırılan SDR önemli bir veri olarak analiz edilmelidir. “SDR (özel çekme hakları) IMF’nin hem yarattığı rezerv hem de hesap birimidir. Bu birim Dolar, Euro, Sterlin ve Yen’in belirli ağırlıklarla oluşturduğu bir sepete göre belirlenir. 2 Aralık 2012 günü itibariyle 1 SDR 1,5348 Dolara eşit olduğuna göre Türkiye’nin kotası 2,235 milyon Dolar etmektedir.IMF’deki kotalar toplamı 238,1 milyar SDR’dır (365 milyar Dolar.) IMF’nin temel gelir kaynağı bu kotalar ve üye ülkelerden ihtiyaç duyanlara sağladığı imkanlardan elde ettiği faiz gelirleridir. IMF, ayrıca üye ülkelerin merkez bankalarından borçlanma yoluna da gitmektedir.IMF’deki kotanın ülke açısından üç açıdan önemi vardır: Kota, IMF’deki oy gücünü belirler. Ayrıca ülkenin IMF içindeki temsil düzeyini belirler. Kota, ülkenin ihtiyaç halinde IMF’den alabileceği imkanın miktarını belirler. Kota, ülkenin IMF’den rezerv olarak kullanabileceği SDR’nin miktarını gösterir. IMF’de en yüksek kota ABD’ye (42,1 milyar SDR ya da 64,6 milyar Dolar) en düşük kota ise Tuvalu’ya (1,8 milyon SDR ya da 2,8 milyon Dolar) aittir

  34. Fonun karar kabul etmesi için gerekli oyların miktarı kotaların hacmine bağlıdır. Her ülke 250 oya sahiptir. IMF’nin 2000 tarihi itibariyle üye ülke sayısı 184’dür. Bu ülkeler IMF’ye katılırken bir miktar para yatırmaktadırlar. Bu paralar IMF’nin ülkelere vereceği borçları karşılamada kullanılır, aynı zamanda da üye ülkenin ne kadar borç alabileceğini belirler. Aynı zamanda ülke ne kadar çok para yatırmışsa o kadar çok oy hakkına sahip olmaktadır. Ancak ülkenin ne kadar yatırabileceğini IMF belirlemektedir. Örneğin ABD toplam oyların %17,35’ine sahipken, Türkiye oyların 0,46’sına sahiptir. Bu durum zaten karar mekanizmasında güçlü oldukları için doğal olarak daha fazla söz sahibi olan ülkelerin bu konumunu meşru hale getirmektedir. Şu anda IMF yönetim kurulunda ülkelerin oy oranları aşağıdaki gibidir:

  35. IMF YÖNETİM KURULU (2000)

  36. Görüldüğü üzere ülkelerin IMF’ye üye olmak için yatırdıkları paranın oranı ile o ülkenin söz hakkı belirlenmektedir. IMF politikalarının belirlenmesinde G-7 ülkelerinin etkileri büyüktür. ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada ve İtalya’da oluşan bu topluluk zaman zaman bir araya gelmekte ve dünya ekonomisini etkileyecek önemli kararlar almaktadırlar. Örneğin, bu ülkelerin paralarının değerlerinde bir değişme olmuşsa ya da başka bir takım ekonomik değişimler mevcutsa, bu ülkeler bunun gelişmekte olan ülkeler üzerindeki etkisini tartışmakta ve çeşitli tavsiyelerde bulunmaktadır. IMF de bu kararları harfiyen uygulamaktadır.

  37. IMF’ NİN YÖNETİM YAPISI IMF’nin yönetim yapısı şu şekildedir: IMF’nin en üst karar organı Yönetim Kurulu’dur. Bu Kurul üye ülkelerin 5 yıl içinde seçmiş oldukları maliye bakanları veya merkez bankası başkanlarından oluşur. Bu Kurul, ülkelerin Fona dahil edilmesi, üye devletlerin Fon’dan hariç bırakılması ve Fon’a koydukları sermayeye yeniden bakılması görevlerini yerine getirir. Fon’un sürekli karar organı Yönetim Kurulu’dur. Üye ülkelerce seçilen veya atanan direktörlerden oluşur. Günlük işleri yönetmekle görevlidir. Ayrıca uluslar arası döviz sistemini gözetlemektedir. Yönetim Kurulu 24 kişiden oluşur ve Yönetim Kurulu’nun kendisine ait olup bıraktığı birçok görevi üstlenmiştir. IMF’ye katılmakla üye ülke kendi parasını diğer ülke paralarına göre nasıl belirlediği konusunda bilgi vermekle yükümlüdür. Üye ülke aynı zamanda belirli politikaları izlemek ve para değişimini kısıtlamamakla sorumludur.

  38. Periyodik olarak gerçekleştirilen müzakereler ile IMF sadece o ülkenin para politikasını denetlemekle kalmaz, aynı zamanda tüm ekonomik göstergeleri gözden geçirir. IMF’nin ilk yıllarında bu müzakereler sadece kendi parasının değişimine kısıtlamalar koyan ülkeler için zorunlu iken 1978’den beri IMF bunu bütün üye ülkelere uygulamaktadır. Her yıl IMF’den 4-5 kişilik bir ekip söz konusu ülkenin başkentinde 2 hafta boyunca bilgi toplar ve hükümet yetkilileri ile ekonomik politikalar hakkında görüşür. Bu yıllık görüşmeler ciddi ekonomik krizdeki ülkeler için daha sık yapılabilir. Daha sonra üst düzey hükümet yetkilileriyle geçmiş senenin değerlendirilmesi yapılır ve gelecek yıla ilişkin bir takım değişiklikler görüşülür. Bu müzakereler bittiğinde ekip Washington’a ellerinde detaylı bir rapor ile döner ve durum İcra Kurulu’nda tartışılır.

  39. İSTİKRAR PAKETLERİ VE YAPISAL UYUM PROGRAMLARI 1954-1970 arasında 47 ülke ile değişik tarihlerde stand-by anlaşmaları yapılmıştır. Ancak 1970’lerde gelişmekte olan ülkeler uygun koşulda krediler bulmakta güçlük çekmemişler ve stand-byanlaşmaları azalmıştır. 1970’lerde dünya ekonomisinin ciddi bir kriz dönemine girmesinden sonra bu ülkeler gittikçe borçlarını ödeyemez duruma geldiler. Zaten kriz döneminde kötü şartlarla karşılaşan gelişmiş ülkeler bu ülkeler borçlarını ödeyemeyince zor duruma düştüler. Aynı zamanda gelişmekte olan ülkelerde yatırım yapmış olan çok uluslu şirketlerin pazarları gittikçe daraldı. İşte böyle bir dönemde IMF’nin rolü gittikçe artmış, ödemeler dengesindeki zorlukları gidermek ve bu ülkelere koşullu olarak borç vermek üzere devreye girmiştir. Bu dönemden sonra gelişmekte olan ülkeler, IMF ile birçok stand-by anlaşması yaparak kısa vadeli istikrar programları ve uzun vadeli yapısal uyum programlarının altına imza atmışlardır. 1980’ler boyunca 250’den fazla stand-by anlaşması yapılmıştır. Bu borçları verirken IMF birçok koşul getirmektedir. Gelişmekte olan ülkelerin temel sorunlarından birisi olan ödemeler dengesindeki bozukluk giderilmeli (IMF’nin verdiği borçlar dahil olmak üzere bütün borçların ödenmesini sağlayacak bir yapı ortaya konmalı) ve ülkenin ekonomisinin serbestleşmesi ve dünya koşullarına uygunluğu sağlanmalıdır.

  40. Genel olarak IMF’nin ülkelerin sorunlarının çözümüne yönelik yaklaşımında belirleyici olan birtakım noktalar vardır. İstikrar politikalarının temel amaçlarından birisi devlet bütçesindeki açığın kapatılması için kamu harcamalarının kısılması ve vergiler başta olmak üzere kamu gelirlerinin artırılmasıdır. Ancak kamu gelirlerinin artırılması devletin ekonomideki ağırlığının artması anlamına geleceğinden, IMF’nin politikaları daha çok kamu harcamalarının kısılması yönünde oluşmaktadır. Zaten genel olarak amaç kamu kesimini daraltılması ve uzun vadede kaynakların özel kesime aktarılmasıdır. Türkiye dahil birçok ülkede vergi indirimleri yoluyla özel sektör teşvik edilmiş, dolayısıyla da program kamu harcamalarının kısılmasına odaklanmıştır. Genel olarak istikrar paketleri acil müdahale gerektiren durumlarda kısa vadeli çözümlere yöneliktir. Ancak yapısal uyum programları ekonomik büyümeyi engelleyen yapısal sorunları çözmeyi amaçlar ve daha uzun vadelidir. Bu programların uygulanmasında IMF denetleme rolü üstlenir ve Dünya Bankası ile aralarında sıkı bir işbirliği oluşur. Genel olarak yapısal uyum programlarının amaçları şunlardır:

  41. - Yapısal uyum programları ile ekonominin tamamen ihracata dayalı bir biçimde örgütlenmesi istenmektedir. Borçların ödenmesi için gerekli olan döviz girdisi bu şekilde sağlanabilecektir - Bir diğer nokta yabancı sermaye ile ilişkilidir. IMF hükümetlerin yerel endüstri, bankalar ve finansal hizmetlerde ulusal ekonomiyi korumasını engellemek ve bu alanlara yabancı sermayenin girişini kolaylaştırmak istemektedir. - Ülkede kamu harcamalarının azaltılmasını sağlamak için ücretleri düşürüp artışları sınırlamak bir diğer noktayı oluşturmaktadır. Aynı zamanda devletin sosyal güvenlik, sağlık, eğitim gibi alanlarda yaptığı harcamaların kısılması da bu başlık altındadır. - Bu programların temel bir dayanağı da gümrükte ithal mallar için kota ve tarifeleri ortadan kaldırmak biçimindedir. - Özelleştirme de IMF’nin bütün politikalarının ana hedefi durumundadır. Bu şekilde kamu kurumlarının boş bıraktığı alanlara yabancı sermaye girebilecek ve genelde yüksek karlılık vadeden bu alanlardan oldukça yüksek gelirler elde edilebilecektir. Ayrıca özelleştirme ile döviz cinsinden gelir elde edilmesi beklenmekte, böylelikle kamu açıklarının kapatılması ve dış borçların ödenmesinin mümkün olacağı düşünülmektedir.

  42. IMF’ NİN BAŞARISIZLIKLARI Yapısal uyum programlarını ve istikrar paketlerini bu şekilde özetledikten sonra diyebiliriz ki IMF, dünyadaki egemen ekonomilerin diğer ülkelerden istedikleri uyum politikalarının ve düzenlemelerinin gerçekleştirilmesini sağlamak için kurulmuş bir kurumdur. Ülkelerin bağımlılığından yararlanılarak çıkarlara uygun politikalar hayata geçirilmektedir. Yapılan çalışmalar IMF programlarının borçlu ülkelere yarar sağladığını kanıtlayamamaktadır. Ancak olumsuz etkiler açıkça ortadadır. Bryan Johnson ve BrettSchaefer tarafından yapılan araştırmaya göre IMF politikalarını uygulayan 89 az gelişmiş ülkenin 1965’den 1995’e kadar ki ekonomik büyümesi incelenmiştir. Araştırma sonuçları ilginçtir: Bu ülkelerden; • 48’i borç aldığı yıla göre kişi başına düşen zenginlik açısından bir ilerleme kaydetmemiş, • bu 48 ülkeden 32’si daha da fakirleşmiş, • bu ülkelerden 14’ünün ekonomisi borç aldığı yıla oranla en az %15 küçülmüştür. Örneğin Nikaragua 1968’den 1995’e kadar 185 milyon dolar borç almış, ancak ekonomisi %55 oranında daralmıştır. Zaire ise 1972-1995 döneminde 1,8 milyar dolarlık borç almış ve ekonomisi %54 oranında küçülmüştür.

  43. IMF ve Dünya Bankası’nın uyguladığı istikrar ve yapısal uyum programlarının uygulandığı dönemlerde yaşanan siyasal krizler durumu iyice açıklaştırmaktadır. Örneğin, Peru’da Haziran 1977’de imzalanan stand-by anlaşmasından sonra bu durum, genel greve ve halk ayaklanmalarına yol açmış ve anlaşmanın imzalanmasından hükümet vazgeçmiştir. Uzun süren siyasi buhrandan sonra Kasım 1977’de anlaşma imzalanmış, bunun üzerine tekrar bir halk ayaklanması başgöstermiş ve Haziran 1978’de sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bolivya’da buna benzer bir durum 1980 yılında yaşanmıştır. Ülkemizde de 1977 yılında borçlar had safhaya ulaşmış, Nisan 1978’de IMF ile iki yıllık bir stand-by anlaşması yapılmış, ancak Eylül ayında IMF koşullara uyulmadığını belirtmiştir. IMF’nin yüksek oranlı bir devalüasyonu içeren talepleri hükümet tarafından reddedilmiş ve Haziran 1979’da anlaşma iptal edilmiştir. Temmuz 1979’da yeniden anlaşma imzalanmış, ancak Ekim ayında hükümet istifa etmiştir. 24 Ocak 1980’de uygulanmaya başlanan istikrar paketinden sonra 12 Eylül 1980 askeri darbesi gerçekleşmiş ve istikrar paketinin uygulanması ancak bu şekilde mümkün olabilmiştir.

  44. Bugünkü dünya ekonomisi ülkelerin ani ekonomik krizlere girmelerine neden olmaktadır. 1980’lerde Latin Amerika’da yaşanan krizler, 1990’larda Meksika’da yaşanan ani çöküşler, Asya ve Rusya’da meydana gelen ve kronik hale gelmiş olan ekonomik buhranlar temelde bu ülkelerdeki çalışan kesimi vurmuştur. Bu ülkelerin az gelişmişliğini göz önüne almadan, gelişmiş ülkelerdeki modelleri buralarda uygulatmaya çalışan IMF, yaşanan sosyal ve ekonomik krizlerin sorumlusu durumundadır. IMF bu ülkeleri sözde reformları etkin bir biçimde uygulayamadıkları için eleştirmektedir. Meksika 1995’de IMF’den borç alarak ekonomik krizi atlatmaya çalışmıştır. 1994’de ulusal paranın %50 değer kaybetmesinden bir yıl sonra tüketici fiyatları %35 artmış ve faiz oranları %60’ı bulmuştur. Meksika halkı 1994’den 1996’ya kadar 60 milyar ek dış borcu daha yüklenmek durumunda kalmıştır. Kişi başına düşen milli gelir 1995 boyunca %9 gerilemiştir. IMF’nin istikrar programı ekonomik büyümeyi azaltmış ve yoksul halkı sefalete itmiştir.

  45. IMF talimatlarını uygulayan ülkeler büyük ekonomik krizler yaşarken, neden hala ülkeler bu talimatlara uymakta ve ekonomik gelişimlerini bu yönde planlamaktadırlar? Bunun sebebi dünyada artık ödenemeyecek hale gelmiş bir borç zincirinin oluşmasıdır. Kısacası artık ülkeler IMF’ye bağımlı hale gelmişlerdir. 1947’den 1989’a kadarki dönemde altı ülke IMF’den 30 yıldan fazla, 24 ülke 20-29 yıl arası ve 47 ülke 10-19 yıl arası yardım talebinde bulunmuşlardır. Dolayısıyla borçlar bir ülkenin kalkınması için ve ödemeler dengesini düzeltmek için değil, o ülkenin kaynaklarını yağmalamak, yönetimini ve hedeflerini ilk elden belirlemek için verilmektedir.

  46. IMF’nin Örgüt Yapısı • Guvernörler Kurulu (Board of Governors of the IMF).  • İcra Direktörleri (Yürütme) Kurulu (Board of Executive Directors of the IMF). • IMF Başkanı • IMF’nin Departmanları • Geçici Komite

  47. IMF'nin Sağladığı İmkanlar • Rezerv Dilimi Pozisyonu : Bir üye ülkenin çok önemli boyutta olmayan ödemeler dengesi sorunu ile karşılaştığında IMF’den kullanabileceği ilk imkân  rezerv dilimi pozisyonudur. • Kredi Dilimi Politikaları: Kredi hakları dört tranş (dilime)’a ayrılmıştır. Her bir dilim üye ülke kotasının % 25’ine eşittir. İlk % 25’lik dilime “birinci kredi dilimi” adı verilir. Burada tek koşul  üye ülkenin ödemeler dengesi sorununun çözümü için kendiliğinden harekete geçerek önlem almış olması ve fonun bu önlemleri yeterli bulması gerekir. Bir defada kullanılır ve geri ödeme süresi 3-5 yıldır. • Stand by Düzenlemesi (SBA):Üye ülkedeki kısa süreli ödemeler dengesi sorunlarının çözümü için öngörülen destektir.

  48. 4. Özel İmkânlar : • Telafi Edici Finansman Kolaylığı (CFF): (Compensatory and Contingent Financing Facility) • Tampon Stok Finansman Kolaylığı (BSFF): (Buffer stock  financing Facility) • Yapısal Uyum Kolaylığı (Stuctural Adjustment Facility - SAF) 5. Geçici İmkânlar 6. Özel Çekme Hakları (SDR): (Special Drawing Rights) 7. IMF ve Teknik Yardımları

  49. IMF'nin Mali Kaynakları IMF’nin mali kaynaklarını,  üye ülkelerin katılım kotaları ve IMF’nin yaptığı borçlanmalar oluşturur.IMF üyesi her ülkeye, ilk girişte bir kota belirlenir. Her üye ülkenin IMF’de SDR (özel çekme hakkı hesabı) cinsinden belirlenmiş bir kotası bulunmaktadır. Kotanın üç önemli özelliği bulunmaktadır; • Kota IMF’de üye ülkenin oy gücünü belirlemektedir. Örneğin; Kotaların arttırılması  yeni SDR’lerin dağıtımı gibi olaylar Güvernörler Kurulu’nun % 85’lik bir çoğunluk kararı ile gerçekleştirilir. Fon kredilerinin gider ve faizlerinin belirlenmesi için % 70 oranında çoğunluğa gerek vardır. En yüksek kotaya sahip ülkelerle  son iki yıl içinde en büyük net kredi veren durumundaki iki ülke yönetim kurulundaki temsilcilerini kendileri atarlar.

  50. Kotalar, IMF kaynaklarından yararlanabileceği mali imkânları belirlemekte ve üye ülkelere tahsis edilecek SDR miktarını belirlemektedir. • IMF’ye yeni üye olan bir ülke kotasının % 25’ini SDR veya IMF tarafından belirlenmiş konvertibl para cinsinden geri kalanını ise kendi ulusal para cinsinden ödemek durumundadır. • Üye ülkelerin kotaları her 5 yılda bir değerlendirilerek artırılmakta böylece ülkelere sağlanabilecek mali imkânlar da artmaktadır. Fon’un mali kaynakları içinde ülke kotalarının payı % 90  borçlanmanın payı ise % 10’dur.

More Related